'7' - son

138 24 11
                                    

''Dalgalı denize atar atmaz onları.

Gittiler engine doğru uzun zaman,

Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan.

Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten,

Önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız.

Oradan da denizle çevrili Kıbrıs'a gitti,

Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,

Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu

Narin ayaklarının bastığı yerden.

Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar,

Bir köpükten doğmuş olduğu için.''

İşte Afrodit'in hikayesi böyleydi. Kronos, babası Uranüs'ü devirmek için tırpanını sallar ve Uranüs'ün hayalarını keser. Kesilen cinsel organ denize düşer, kan ve köpük buluşur ve köpüklerin içinden güzeller güzeli Afrodit doğar. İşveli, cilveli, gönül alıcı ve bazen de çöpçatan olarak biliriler bu tanrıçayı. Jungkook'un henüz bitirmiş olduğu heykelde de bir deniz kabuğunun üzerinde çırılçıplak bedenini deniz rüzgarında bayrak gibi savrulan sapsarı saçlarıyla kapatmaya çalışır. Bir eli göğsünün üzerinde narince dinlenir, diğeri de saçlarını kalçalarında toplar. Karşı pencereden üzerine düşen güneşle heykel o kadar güzel görünür ki Jungkook dikkatli baksa bembeyaz teninin ışıldadığını, gözlerinin kırpıştığını ve her nefeste göğsünün inip kaktığını görebileceğini düşünür. Ama öyle bir dikkatle bakmaz, bakası gelmez. Afrodit'in tam karşısında sevgilisi duruyordur çünkü. En az Afrodit kadar güzel, en az onun kadar eşsiz ama ondan daha sıcaktır kalbi. Afrodit'in aksine Kim Taehyung  onun için canlı kanlı bir varlıktır. Ona her zaman sadık, her daim kucaklayıcıdır. Kaçış noktası O'nun ayaklarının dibidir. Gece gündüz ne anlatsa onu dinler, dans ettiğinde eşlik eder, şarkılar söylediğinde alkış tutar. En büyük erdemler de O'nun soğuk mermerden teninde saklıdır. Jungkook O'nun hakkında binlerce hikaye uydurmuştur. Bazen fakir ve cesur bir köylü oğlanıdır ve uçurumların kenarında sevişirler. Bazen soyluların bile efendisidir ve parmağının tek bir hareketiyle Jungkook'a her istediğini yaptırır. Bazen Fransızdır, bazen İtalyan, bazen Koreli bazen de Rus. Bazen kadındır, bazen erkek, bazen hiçbiri ve bazen her ikisi. Çoğu zaman bir sanatçıdır, her daim de sanatın ta kendisi. Jungkook, o meleğe hayatını adamak peşindedir. O meleğin kollarında uyumak ve uyanmak, en sonunda da orada ölmekten başka bir isteği yoktur. 

Kanatlarıyla havayı okşayarak kendi heykelinin omzuna oturan Afrodit de heykeltıraşın bu gayesinin farkındaydı. En başından beri seyrettiği bu umutsuz aşk yüreğine dokunmuştu, Tanrılar meclisini neşelendirmişti. Bir süredir yapmak istediği ama son bir işaret beklediği şeyi de bu sefer yapmaya kararlıydı. Bu son şey, eh, tahmin edersiniz ki heykeltıraşın ona sunduğu hediyeydi. Heykeltıraşın bilmeyerek ve tümüyle iyi niyet ile yaptığı bu jest, Afrodit'in öyle hoşuna gitmişti ki bu yakışıklı genci ödüllendirmek istedi. Fakat önce, heykeltıraşın evden çıkmasını beklemesi gerekiyordu.

En sonunda Jungkook evden çıktığında Afrodit hazırlıklara başladı. Yaverlerini çağırdı ve evin tüm hasarlarını onarttı. Eşyaları yenileriyle değiştirdiler ve orayı bir yuvaya çevirdiler. Afrodit odanın ortasındaki heykelin etrafında yalınayak yürüdü ve bastığı yerlerde çiçekler açtırdı. En son ise kendi doğum yeri olan Kıbrıs denizlerine gitti ve avuçlarına köpük doldurdu. Bütün hazırlıklar tamamdı, geriye tek bir şey kalmıştı.

Jungkook eve birkaç saat sonra döndüğünde gözlerine inanamadı. Eğer evinin her yerinde kendi elleriyle yonttuğu heykeller olmasaydı herhalde sırtını dönüp giderdi. Şaşkınlıkla kapının girişinde dikiliyor, olanları anlamlandırmaya çalışıyordu. Ayaklarının altında farklı bir doku hissettiğinde yere baktı ve olduğu yerden başlayıp sevgili heykelinin önüne kadar uzanan çiçeklerden oluşan bir yol gördü. Sanki sırtından biri hafifçe itiyormuş gibi hissetmişti, ürpererek eşyalarını yere bıraktı ve çiçekten yolu takip etti. Odanın ortasındaki heykelin önüne geldiğinde ise ne yapması gerektiğini biliyordu. Sanki yapması gereken şeyin bilgisi, o doğmadan önce içine işlenmişti. Heykelin olduğu platforma çıktı, sevgilisinin havada zarifçe duran elini kavradı. Diğer eli ise önce soğuk boynuna, oradan da çene kemiğinin üzerine konumlandı. Dudaklarını onun buz gibi dudaklarına yaklaştırdı, gözlerini kapattı ve onu öptü. Tam o sırada ise Afrodit avuçlarındaki kendi ruhunun mayası olan deniz köpüğünü güzel heykelin başından aşağı dökmüştü.

Jungkook ilk olarak dudaklarına değen dudakların ısınmaya başladığını hissetmişti. Sonra elinin altındaki deri insan sıcaklığı kazandı. Etinin yumuşaklığını hissediyor, boynundan yayılan eşsiz kokuyu alıyor, göğsüne dayalı göğsün içinde atan kalbi hissediyordu. Geriye çekildi ve sevgilisinin suratına baktı: içerisinde altın kıvılcımlar bulunan bal rengi gözlerine, güneşin okşadığı uzun kirpiklerine, ipek gibi karamel saçlarına ve kiraz dudaklarına. O dudakların arasından kendi yüzüne çarpan tatlı ılık nefesler için Jungkook, kaç gece dua etmişti kim bilir. Kim Taehyung, şefkatle ve sevgiyle Jungkook'a sardı kollarını. O, bu adamın ellerinden onu sevmek ve sonsuz sevilmek için yaratılmıştı. Bundan daha büyülü bir şey olabilir miydi?

Sevgilisinin yumuşak yanağına burnunu sürterken ve hayatında ilk kez mutluluktan ağlarken Jungkook, uzun bir yolculuğun sonucunda evine varmış gibi hissediyordu. 

İkisinin ruhu birbirine karışırken Afrodit, bir ışık huzmesine dönüşerek iki sevgilinin kalplerini aydınlattı.

Son

❉⊱•═•⊰❉⊱•═•⊰❉⊱•═•⊰❉❉⊱•═•⊰❉⊱•═•⊰❉⊱•═•⊰❉❉⊱•═•⊰❉⊱•═•⊰❉⊱•═•⊰❉❉⊱•═•⊰❉

Merhabalarr. 2018'den beridir yazdığım hikayeyi sonunda bitirdim, benim için de şaşırtıcı bir durum.. Zaten kısa, niye bu kadar rezil ettin elinde diye soracak olursanız da bilmiyorum :( Okuyup seven, yorum yapan ve ısrarla 5 yıldır yazmamı bekleyen okuyuculara da çok teşekkür ediyorum sizin sayenizde hikayeyi kaldırmayıp bitirme motivasyonu buldum<3 Okuduğunuz için teşekkürler hepinizi öpüyorum muaa

The Sculpture 'taekook'Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum