'6'

209 43 15
                                    

''Ben pek de aradığın tipte değilim galiba!''

Jungkook, kulağına doğru hafifçe edildiği genç adama bağırmıştı. Bulundukları ortamın fazla gürültülü olması, yan yana duran iki insanın dahi birbirlerini duymasını zorlaştırıyordu. Bu nedendendir ki, uzun saçlının seslendiği adam ne dediğini anlayamamıştı.
"Pardon, ne dedin?"

Jungkook temposu yavaşlayan caz şarkısını fırsat bilerek tekrar konuştu.

"Çok rezil bir adamım ben diyorum. Sen emin misin benimle görüşmek istediğine?"
Sarışın adam Jungkook'a yan bir bakış attı, dudağının bir kenarı kıvrılmıştı. Gömleğinin yakasını çekiştirirken uzun saçlı adamın kulağına eğildi.

''Emin olmadığım işlere kalkışmam ben."

Jungkook kaşlarını çattı yavaşça. Genç adamın bu söylemi fazla kendinden emin gelmişti kulağa. Kendinden emin olmak güzeldi, fazlası gereksiz ve iticiydi ona göre. Ayrıca aralarındaki ilişkiden 'iş' olarak bahsetmesi de hoşuna gitmemişti fakat Jungkook da kendini tanıyordu, gerektiğinden fazla detaycı ve seçici olduğunu biliyor, bu özelliği yüzünden hayatını yapayalnız geçirmekten korktuğunu hatırlatıyordu kendine. Tam da bu yüzden aslında pek de ısınamadığı bu adamla ufak bir caz barına gelmişler, birkaç içki içmişlerdi. Şimdi de Jungkook masaya gelen meyve tabağındaki üzümlerden kendi yansımasına bakıyor, sıkıldığını belli etmemeye çalışıyordu.

"Ne iş yapıyorum demiştin?" dedi sarışın adam sohbet başlatmak amacıyla.

Jungkook elindeki üzümü ağzına atarken "Heykeltıraşım ben." dedi.

Adamın turuncu kaşları havaya kalkmıştı.

"Bu kadar mı?"
"Evet, ne beklemiştin?"
"Bilmem, aslında düşününce...." Adam devamını getirdiyse de Jungkook duymamıştı. Barın karşı duvarında asılı saate baktı.

"Kalkalım mı artık?" dedi sabırsızca. Adam kafasını sallayıp sandalyesinden kalkarken elini arka cebine götürmüş, cüzdanını çıkartmıştı. Jungkook da şapkasını takıp onun ödemeyi yapmasını bekledi ve dışarıya çıktılar. Yapış yapış bir yaz akşamıydı yine. Arada sırada esen rüzgar da sıcak esiyor, her şeyi daha kötü yapıyordu. Birkaç dakikalık yürüyüşte bile uzun saçları ensesini terletmişti. Sıkıntıyla elini saç diplerine attı. Yanında yavaş yavaş yürüyen adam kendi çok önemli işlerinden bahsediyor, övünüyor da övünüyordu. Jungkook'un sinirleri bozulmuştu. Daha geçen gün o kadını reddederken kendi kendine söz vermemiş miydi? Şimdi ne diye yine vasat bir adamın yanında yürüyordu? Kendi kendine sinirlendi fakat bir anda gitmek de istemedi. Yeşillik bir alana girdiler, sarışın adam çimlere oturmayı teklif etti. Jungkook ilk başta sessizce oturdu, sonra tamamen uzandı. Gözlerini kapattı ve kafasının üzerinde uçan sineğin sesine odaklandı. Adamın zırvalarını dinlemektense sinek sesi daha cazip gelmişti. Bir an adamın sesi kesildi, baktı ki üzerine doğru eğilmiş, dudakları öne büzüşmüş. Jungkook kafasını çevirip adamı ittirdi. O da Jungkook'un isteksizliğini görüp bir şeyler söyledi, sonra da kalkıp gitti.

Jungkook tekrar uzandı, gözlerini siyah göğe dikip sadık dostu, belki de sevgilisini gözünün önüne getirdi. Onu aldatmış gibi hissediyordu. Hem ona taptığını söylüyor, hem de başkalarının olmaya çalışıyordu. Saçmalıktı. Taehyung gerçek olmasa bile kanlı canlı insandan çok da farkı yoktu. Bazen ona bakarken gözlerinin kırpıştığını, beyaz yanaklarının güller gibi kızardığını, ellerinin ısınıp kendi ellerini sardığını hayal ederdi. Bazen de rüyasına girer, onunla birlikte olur, onunla göllerde yüzer ve onun saçlarını tarardı. Eğer bir ve tek bir dilek hakkı olsaydı hiç düşünmeden onun gerçekliğini dilerdi. Eve gittiğinde onun pencere kenarında oturuyor ve kendisini bekliyor oluşunu görmekten başka arzusu yoktu.

İşte böyle böyle düşünürken o gece oracıkta uyuyakaldı Jungkook. Kafasının üzerinde uçan büyük kara sinek döne döne uzaklaştı ve döndükçe Afrodite'e dönüşmeye başladı. Kıkır kıkır gülmekten kendini alamıyordu yaramaz Tanrıça.


The Sculpture 'taekook'Where stories live. Discover now