'5'

242 43 5
                                    

Jeon Jungkook sevgi kovaladı her daim.
Sevgisiz büyümüş bir çocuk olarak, yaşamın amacını tenlerde aramıştı. Ufak da olsa bir samimiyet, kalplerin birbirine yaslanması, sonsuz güven ve sadakat. Bunlara sahip olsa, ah bir bunlara sahip olsa başka hiçbir şey dilemezdi genç adam.

Bu yüzden herkesi açık kollarla kabul ederdi. Bir dönem bütün aşıklarına lanet etmiş, elini ayağını çekmişti umutsuz arayışından. Fakat sıcak bir kol istiyordu kendi boynuna dolanmış. Sıcak nefesler ve tatlı yanaklar istiyordu yüzüne yakın. Jeon Jungkook sevgiye aç ve doyumsuz olduğundan kendi sözlerini yutuyor, her defasında başka bir çift göz arıyordu kendisininkine kitlenecek.

İşte tam da bu yüzden odasız evinin ortasında alımlı bir kadın duruyordu. Kendisinden yaşça büyük olmasına rağmen davranışlarıyla adamın karşısında küçülüyor, un ufak oluyordu. Kahverengi saçlarına altın tokalar takmıştı. Kıyafetleri öyle pek abartılı olmasa bile özenliydi. Küçük gözleri adamın gözlerine bayık bakar, adeta teklifler sunardı. Güzel bir kadındı. Jungkook ondan Taehyung için takılar alırdı ara sıra. Küçük dükkanına adım attığı an kadın cilvelenir, kirpiklerini kırpıştırır dururdu. Ondaki temeli olmayan arzuyu ve o isterse ileriye de taşıyabileceği sadakati görmüştü Jeon. O yüzden aldı kadını, evine getirdi.

Kadın içeriye girdiğinde dudakları şaşkınlıkla büzülmüştü. "Bunları sen mi yaptın?" dedi heykelleri kastederek.

Jungkook kısaca baş sallayarak onayladı onu. Kadın boğazından bir mırıltı çıkararak kenarda duran şilteyeye adımladı. Gözlerini adamın gözlerine kilitleyerek eğildi, yatağa oturdu. Pis evine aldanmıyordu, istediğini alması yeterliydi onun için.

"Ee," dedi kadın işveli bir tavırla ve ince bacaklarını yavaşça iki yana ayırdı. "Gelmiyor musun?"

Kendini teslim etmeye hazırdı. Jungkook parmağını uzatsa, kadın bütün bedenini önüne sererdi. Sadık bir aşığı, güvenilir bir dostu olmaya can atıyordu, gözlerinden belliydi bu. Her şeyini vermeye hazırdı, üstelik karşılığında çok bir şey beklemiyordu. Ağzından çıkacak her kelimeyi duası bellerdi adamın. Geçirdikleri birkaç hafta boyunca Jungkook anlamıştı durumun böyle olduğunu. Fakat kendinde o adımı atacak gücü bulamıyordu. Bugün ise kendisine gelmesi gerektiğini, yoksa hayatı boyunca yalnız kalacağını söylemiş, bir karar vermişti. Kendisine bir aşık bulacaktı artık, tam ona göre ve tam onun eşi olan.

Fakat Jungkook bir anda büyük bir bulantı hissetti karnında. Kadının tavırları öyle samimiyetsiz gelmişti ki, varlığı bile sinirlerini zıplatıyordu şimdi. İlk başta neden onu buraya davet ettiğini bile anlayamadı. Varsın yalnız kalsındı hayatı boyunca, istemediği kalplere sığınmaktansa.

Kolundaki saati çıkarırken derin bir nefes almış, aleti masaya bırakmıştı. Yine de kadını kırmamak için ses tonunu yumuşattı. "Rica etsem yalnız kalabilir miyim? Bugün hiç havamda değilim inan."
Kadın ince kaşlarını havaya kaldırmış, yüzündeki hayal kırıklığıyla onaylayarak çıkmıştı kapıdan. Jungkook boğazına takılı kalmış nefesi verdi yavaşça. Uzerindeki ince gömleği sıyırıp atarken çıplak ayaklarını sürüye sürüye kutsal heykelinin yanına gelmiş, ayak ucuna oturmuştu. Kafasını sıkan lastik tokayı parmaklarına geçirip çıkarmış ve artık göğsüne kadar uzamış olan saçlarını salmıştı. Parlak saçları omuzlarına ve yapılı sırtına dökülürken pantolon cebinden günün erken saatlerinde kadının ona verdiği tek dal sigarayı bulup çıkardı. İnce sigarayı dudakları arasına yerleştirip masanın üzerindeki çakmağa uzandı. Arkasında dikilen heykel sanki onu aşağılayacakmış gibi yüzüne bakamıyordu onun. Uzun zamandır sigara içmiyordu Jungkook, pek de sevdiği bir şey değildi. Sırtını bacaklarına dayayıp derin bir nefes çekti. Gri duman tavana doğru yükselirken Taehyung ona üstten üstten bakıyordu sanki.

Sigara dumanlarının arasından var olup heykelin omuzlarına oturan Afrodit de, aynı Taehyung gibi, Jungkook'a baktı üstten üstten.
Zaman yaklaşıyordu.

The Sculpture 'taekook'Where stories live. Discover now