yirmi bir | hiçbir yere tutunamıyorum.

1.1K 124 132
                                    


"jeongguk, canım acıyor, lütfen ellerimi daha bol bağla." sol gözümden düşen yaşla beraber söylediklerim, jeongguk'un birkaç saniye durup arkamda birleştirdiği bileklerime bakmasına sebep oldu. kendiyle bir savaş içinde olduğunu görebiliyordum, yüz ifadeleri öyle hızlı değişiyordu ki taktığı korkutucu maskenin ardından gördüğüm o çocuksu yüz, içimdeki korkunun azalmasına sebep oluyordu, o jeongguk'tu işte, şefkat gördüğü bütün kollara ağlayan çocuktu.

önüme geçip kollarını arkama doğru uzattı, iplerle oynamaya başladı, biraz bollaştırdı, böylece bileklerimin acısı azalmıştı. burnunu boynuma yasladı, korkudan kalp krizi geçirecek gibi hissediyordum. "kokuna zaafım olması da mı benim suçum?"

kafasını boynumdan kaldırdı, kızarmış gözleriyle gözlerime baktı, çok zordu, sadece göz teması kurmak bile ölüyormuş hissi yaratıyordu. baş parmağıyla hoyratça alt dudağımı okşadı. "baktığım, gördüğüm, hissettiğim her bir ayrıntın sanki sana aşık olmam için ayarlanmış gibi, tanrı'nın her zaman benimle bir derdi vardı, yine yaptı ve seni karşıma çıkardı."

gözlerinin doluşu ve iki gözünden de yaşların dökülmesi sadece birkaç saniye içinde oldu, onu bu halde görmek içimi acıtıyordu ama hayatımın tehlikede olduğunu bilmek tüm bu acıma duygularımı yok ediyordu, beni yoongi'nin şampiyonluk maçının olduğu yere getirmişti, o gün de çok bakımlı olmayan bu yer şimdi dökülüyor gibiydi. filmlerden oldukça tanıdık olan bu sahne, yaşayınca bir simülasyonun içindeymişim etkisi yaratıyordu. bütün bu olaylar ve kişiler bir anda yabancılaşmıştı bana, sanki şu an ölsem bu oyundan uyanacaktım.

"jeongguk, yapma..." yalvarır gibi, bir o kadar da güçsüz çıkan sesim jeongguk'u benden uzaklaştırdı. odadaki su şişelerinden birini açtı ve tek seferde yarım litreyi içti, aynı zamanda terliyordu da. jeongguk şişeyi elinin içinde ezip bir yere fırlattığı sıra cebimdeki telefon titredi, sayamadığım kez böyle çalmıştı ve yoongi'nin aradığını biliyordum, ağlamak için güzel bir andı.

geldiğimizden beri o kadar arbede yaşanmıştı ki jeongguk cebimde titreyen telefonu fark edememişti, şimdi bu aramızdaki sinir bozucu sessizlik sayesinde jeongguk fark etti, bir küfür mırıldandı. yaklaştı ve cebimden tek hamlede telefonu çıkardı.

"güzel, sevgili abim arıyor, çok güzel. şimdi açıyorum ve sakince konuşuyorsun, eve gittiğini söylüyorsun, tamam mı?" kafamı usulca olumlu anlamda salladım, zaten başka şansım yoktu. telefonu açıp hoparlöre aldı.

"neredesin hoseok?" telefon açılır açılmaz duyduğum sert ses, yoongi'nin gerçekten çok sinirlendiğini ifade ediyordu, normal olarak birden kaybolduğum ve telefonu açmadığım için sinirliydi.

"evdeyim, b-ben özür dilerim, uyuyakalmışım." yoongi derin bir nefes verdi, sakin kalmaya çalıştığı belliydi. "neden birdenbire gittin?"

içim acıyordu, onu yanımda istiyordum, gelsin ve beni kurtarsın istiyordum. "rahatsızlandım, astımım azdı, özür dilerim."

"dileme, iyi misin şimdi? yanına geleyim mi?" ilgili ve yumuşayan ses tonu zaten dolu olan gözlerimden bir damla yaş akıttı. "gelme, geç oldu şimdi."

gel, lütfen gel...

"tamam güzelim, ben seni yine yarın ararım olur mu? iyi bak kendine, yarın seni iyi görmek istiyorum."

kapatacaktı, telefonu kapatacaktı. başımda bekleyen ve ayağıyla ritim tutan bir jeongguk varken hiçbir şey yapamıyordum.

"seni seviyorum yoongi, kiraz ağaçlarının olduğu günki kadar çok seviyorum." anlamasını diledim, bu mekanın dışındaki kiraz ağaçlarının dibinde oturmuştuk, benimle daha fazla görüşmek istemediğini söylemişti, hatırlaması gerekti, çok zordu ama bir şekilde şüphelenmeliydi.

acquainted | sopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin