Renkler - ScotFra

248 11 183
                                    

Akciğerlerine dolan soğuk hava ve duman kokusu eşliğinde ahşap kutunun işlemelerinde parmaklarını gezdiriyordu.

İskoç senelerdir biriktirdiği ufak şeylerin her birini bu kutuda toplamıştı, Francis beğenir heralde diye düşündüğü her şeyi. Ne de olsa o gittiğinden beri dünya eski sıradanlığına geri dönmüştü. Allistor için tüm renkler o sarı bukleler gözden kaybolduğunda gözünde siyah-beyazdan farksız görünmeye başlamıştı. Tüm o renkler yalnızca onun varlığında kızıl için algılanabilir bir anlama bürünüyordu. Belki de o yokken varlıklarını koruyamayacak kadar utanıyordu renkler bile.

Belki de ona 'hayatını renklendirdiği için' minnetini böyle belli edebilirdi?

Fransız ile arkadaşlığı yeterince eskiye dayanıyordu ve Allistor onun gibi biriyle kıyaslanamayacak kadar duygular konusunda kıttı. Bu Kirklandlerin genetiğine kazınmış olsa gerekti, hisler bakımından da onları dışa aktarmak konusunda da beceriksizlerdi ya.

Ama o daha çok bücürün arkadaşı gibi duruyordu. Kendisinden nefret etse bile sallamazdı ya.

Francis'in bir keresinde ona gergince baktığını hatırlıyordu. Aksanını anlamakta zorlandığını da anımsayabiliyordu.

İskoç çok üzerine kafa yormamıştı. Gittiği her yerde bir şeyler senelerdir gözüne takılıyordu. Francis'i anımsatan şeyler.

Ve onları satın alıyordu.

Her biri Allistor'un nefret edebileceği kadar işlevsizdi; kurutulmuş güllerin sayfalar arasını doldurduğu çocuksu bir şiir kitabı, ne işe yaradığını bile çözemediği içinde parmak boyunda minik at figürleri oyulmuş bir ahşap atlıkarınca, üzerinde renkli süslere sahip bir anahtarlık, muhtemelen çakma taşlara sahip gümüş süslü küpeler -ki bunları neden bir erkeğe aldığına bile emin değildi- ve daha nice tuhaf zımbırtı... her biri bu kutuyu dolduruyordu.

Belki de ona bir yüzük almalıydı, insanlar böyle evlenmek istediklerini gösteriyordu, değil mi?

Ufak tefek aşk(?) benzeri tüm iç gıdıklayıcı tuhaf dürtülerinin sonucunu tek yerde biriktirmişti onca yıl.

Şimdi bu sonbaharda dökülen yapraklar gibiydi, yalnız ve yaşlı hissetmek pek koymuyordu ancak kopup gitmeden önce yapmak istediğini yapabilirdi.

Allistor'un tüm hayatı grilerden ibaretti: çektiği sigaradan saçları arasında beyazlayan ve dökülmemekte ısrarcı tek tük saç tellerine kadar. Allistor buna bir anlam yüklemeyi de gereksiz buluyordu.

Francis ise tam tersiydi: O duygularına kadar renkliydi. Ne kadar kötü durumlara düşerse düşsün halen kıymetini koruyacak bir sanat eseriydi.

Kutuda biriktirdiği duyguların bile Francis'ten birer parça renk taşıdığını düşündüğü için dikkatini çekmişlerdi belki de. Her ne kadar o yokken dünya Allistor'un renksizliğinde boğulsa da.

Fransız'ı gördüğünde epey dağınık durduğunu fark edebilmişti; ne saçları düzgün bir haldeydi ne de o karakteristik gülümseyişi yerindeydi. Sakalları bile kirli ve muhtemelen normalden daha uzun bir süreden beridir traşlanmamışlardı.

"Ne istiyorsun?"

Sorduğu tek şey buydu. Sesinde olumlu bir tını seçilemese bile Allistor yalnızca onun güzel olduğunu düşünüyordu. Bu haliyle bile.

Elinde bir kutuyla ona bakmaya devam ediyordu engel olamadığı aksi ifadesiyle.

"Bekliyorum?"

Onun kraliyet moru gözlerinde göremediği parıltı bile acı verici geliyordu. Bu yüzden yaptığı tek şey ona yaklaşıp kutuyu tek kolu altına alarak elini tutmak oldu. "Seni seviyorum."

"Biliyor musun? Bence aslında Arthur belli etmese bile sana çok saygı duyuyor."

O yüzden de o saçma sapan ışık saçan gülümsemeyi görmem gerek. Bana bunu hatırlatmayı denerken dudaklarının aldığı şekli...

"Haha! Mon cheré! Biraz gülümsemelisin yoksa herkes senden kaçacak."

O yüzden de yanımda kalıp arkamı toplayacak güzel eşim olmanı istiyorum.

Tabii bunlar ağzından çıkmayacak sözler ve aklından çıkmayacak anılardan ibaretti.

Allistor eşcinsel bile değildi. Hatta biraz homofobik olabilirdi. Erkeklerden hoşlanabileceğini asla düşünmezdi ve şimdi yarım yamalak da olsa altında fazla anlam içermesi gereken bir itiraf ile bu soğukta dikiliyordu.

Ama ne yapabilirdi ki? Francis fazlasıyla güzeldi ve belki onun erkek olduğunu unutacak kadar sevgi kurak bedeninde filizlenebilmişti. Muhtemelen Francis farkında bile değildi, hatta belki onu rahatsız edici, yapışkan bir sapık olarak görüyordu.

Francis denemişti ne de olsa. İskoç hiçbir şekilde anlayamasa da onun denediğini biliyordu, Fransız onu en sevdiği gece servisli kafeye götürdüğünde, ailesinden bahsettiğinde ve ona ufak tefek telkinlerde bulunduğunda Allistor onun kendisine sabır göstermek için çabaladığını anlıyordu, o kadar salak değildi.

Fakat ne yapacağı konusunda fikri olmayıp bunu batıracak kadar odundu. Kendisi sigara içer ve Fransızın içmesine izin vermezdi, hiçbir şey olmamalarına rağmen açık saçık giyindiğinde başına bir şey gelecek diye fazla endişelenir ve onu sertçe azarlardı çünkü sevgi göstermek için ne yapılır bilmiyordu.

"Gerçekten."

Fransız onda sadece bir hassasiyet, incelik aramıştı ama Allistor'da o vasıflardan hiçbiri yoktu. İnceliği bile kaba sabaydı ki küçük kardeşi gibi 'yumuşak' değildi ya.

Francis onu hafif iğreti bir biçimde süzmüş ve elini çekmişti. Muhtemelen kutuya bakıyordu. Allistor fark ettiğinde ona uzatmıştı sakince.

"Bunlar senin." Sesi kalın ve yalnızca kararlılıktan ibaretti. Tereddüt etmek de beceriksiz olduğu bir alandı ne de olsa.

Fransız kutuyu almış ve şüpheci bir halle İskoç'u son kez kesmenin ardından kapağını açıp anlamazca bakmıştı. İçindeki ıvır zıvır beklenmedik miydi?

26. Bu onun 26. Doğum günü hediyesiydi.

Allistor tam 15 sene boyunca ona hiçbir doğum günü hediyesi bile almamıştı ancak bir kutu hediyeliği şu an kendisine veriyordu.

Bu bile ondan beklenecek bir incelik denemezdi.

Yine de yüzünden okunabilecek bir biçimde Francis'in ona ikinci bir şans vermesi için yetmiş olmalıydı.

____________o___________
İlk oneshotumuz hayırlı ola. ScotFra ile başladık.

Ve hayır, canon olmuş Scotland tasarımını kabul etmiyorum.

Okuduğunuz için teşekkürler. Umarım keyif almışsınızdır.

He bu arada kapak öneriniz olursa benim için güzel olabilir.

Minicik Hetalia HikayeleriOnde histórias criam vida. Descubra agora