39

495 54 11
                                    

Kendinizi ne kadar güçlü tabir ederseniz edin herkes gibi zayıf noktalarınız vardır. Herkes gibi patlayacağınız bir an, anlam veremediğiniz büyük bir olay, bir yere koyamadığınız kahredici düşünceler...

Cemre salondaki koltukta otururken bunları düşünüyordu. Ağlıyordu. Korkuyordu. Kimseye anlatamadığı onun için dünyalar kadar büyük ve cehennem kadar berbat sırrın ağırlığını yaşıyordu.

Her daim güçlü görünmeye çabalamıştı. Ailesini kaybettiğinde, Tamer'e geri dönülemez şekilde aşık olduğunda, kendini başka bir dünyada yalnızlığa iterken ve ruhunu parçalayan olayı yaşarken... Onun da kalbi vardı. Bunu saklamıştı. Kırılabileceğini, uzaklara dalabileceğini, kalbindeki boşlukları... Bir zamanlar daha güleç bir kızdı. Ağabeyi Murat'tan öğrendiği en önemli şey şuydu ki: Hayat devam ediyordu. Ölüme rağmen yaşamayı seçtiğin her bir saniyede yaşam devam ediyordu. Ya yaşarken öldüğünde... Cemre bir süredir bu hisle yaşamıştı. Bu yükün altına tek başına girmişti. O taşın altına elini tek başına koymuştu. Ta ki Tamer onu sevmeye başlayana kadar... Artık daha savunmasız hissediyordu kendini. Bu çok istediği bebeğinden bile kıymetliydi. Yürüyeceği yolda bir yoldaş bulmuştu. Bu bir hediyeydi. Şükür sebebiydi.

Peki ne yapacaktı? Her şeyini tek kalemde kayıp mı edecekti? Gerçekten Cemre olmayı başardığı son birkaç günden vaz mı geçecekti? Mutluluk bu muydu yani? Hayat bir parmak bal çalıyordu ağzına. Sonrasında ne yaparsan yap. Geri kalan baldan almak için savaş ya da nefsinle mücadele ederek uzaklaş...

Cemre aşık olmuştu. Mükemmel bir eşi ve aileyi hak eden o adamla, büyük aşkıyla evlenmişti. Ve onu sevmişti. İnanılması güçtü ama Tamer ona aşık olmuştu! Hayallerindeki kadın olmadığını biliyordu. Hayallerindeki aileyi de yaşamayacaktı ama onun yanındaydı. Evet, yanındaydı. Peki... Ne zamana kadar? Sonsuza kadar, dediğini duyar gibiydi ama bu sonsuzluğun şartları neydi?

"Cemre?"

Yüzünü sırılsıklam eden yaşları elleriyle silmeye çabaladı. Kucağındaki peçeteyle burnunu temizledi.

Genç adam endişeyle tepesine dikildi.
"Ne yapıyorsun burada?"
Yüzüne bir gülücük yerleştirdi. Sesi çatallıydı.
"Uyuyamadım."
Pencereden dışarı bakan adam şaşkındı.
"Gün ağarmış. Tüm gece burada mı oturdun?"
Sertçe yutkundu. Ağlamaktan boğazı kurumuştu.
"Hayır," diye yalan söyledi. "Bir iki saat oldu." Ayaklandı. "Kahvaltı hazırlayayım."

Tamer onu omuzlarından bastırdı ve koltuğa oturttu. Endişeli bakışları, korku dolu ifadesi Cemre'yi tekrar ağlatacaktı.

"Ne oldu sana? Neden ağlıyordun?"
"Ağlamıyordum."
"Sesin yatak odasına kadar geliyordu. Farkında değil misin?" Kızın yüzünü yakaladı. Sertçe konuştu. " Beni atlatmaya çalışma. Ne oldu hemen söyle."
"Önemli bir şey değil."
"Cemre! Gizli saklı işleri hiç sevmem. Bilmeye hakkım var. Ben senin kocanım."

Son sözüyle tekrar ağlamaya başladı. Yaşları adamın parmaklarını ıslatıyordu.

"Beni korkutuyorsun." Ellerini hızla çekip karnına dokundu. "Kanaman falan mı var?"
Genç kız başını salladı. Adamın ellerini yakaladı ve göğsüne bastırdı.
"Hayır, bebek iyi. Sadece... Ben..." Dişleriyle dudaklarını ezdi. "Doğum korkusu diyelim. Gece bir rüya gördüm. Sancılı ve acılı bir doğum yaşıyordum. Sonra da uyuyamadım. Seni de telaşlandırdım özür dilerim."

Adamın bakışlarındaki tereddüt silinmemişti. Karısını zorlamayı ret etti. Onu sıkıca kucakladı.
"Sen çok güçlü bir kadınsın. Eminim doğumun üstesinden geleceksin. Sonunda mis kokulu bir bebeğin, bu acıların mükafatı olacak. Hem her koşulda senin yanındayım. İstersen doğumda yanında olurum."

Genç kız çekilirken, "Ciddi misin sen?" Diye sordu.
Tamer gülümsedi. "Elbette ciddiyim. Senin acılarını dindirmek için ya da sana destek olmak için elimden gelen her şeyi yaparım."

Titrek bir sesle, "Buna mecbur değilsin." Dedi.

"Hayır, mecburum. Sana aşığım, seni sahipleniyorum, kollarında ateşimi söndürüyorum. Ve bana ihtiyaç duyduğunda sana sırtımı dönersem bu beni aşağılık bir herif yapar."

Cemre kocasının boynuna sıkıca sarıldı.
"Seni hak edecek ne yaptım ben? Üstelik... Sen daha iyisine layıkken. Daha hoş bir eş, sana ait bir çocuk..."

"Bu konuyu kapat artık. Seninleyim, yanındayım. Seni seviyor ve istiyorum. Gerisinin bir önemi yok." Kızı kendinden uzaklaştırdı. Alnına bir öpücük kondurdu. "Benim için en iyisi sensin. Çok güzelsin. Değerlisin. Ve bana güzel bir evlat vereceksin. Problemimiz bu olmamalı artık. Problemimiz," deyip sustu.
Cemre yine kalbinden bıçaklanmış gibi hissetti.
"Özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim. Bu durumu aşacağız biliyorum. Lütfen ama lütfen düşünme artık."
Genç adam başını sallamakla yetindi. Karısına sıkıca sarıldı.
Cemre başını ve ellerini adamın güçlü göğsüne yasladı. Aklında tek cümle dolanıyordu. Hep senin yanındayım.

Gözlerini yumdu.

Genç kız kocasını işe yolcu ettikten sonra kendini yatağa bıraktı. Midesindeki kramplar, bırak okula gitmeyi hareket bile etmesine izin vermiyordu. Öyle büyük bir telaşla kıvranıyordu ki, stresten bebeğini kaybetmekten korktu. Akşama kadar nasıl dayanacaktı? Bir an önce onunla yüzleşmek istiyordu. Peki yüzleşirse ne olacaktı? Ellerini karnına bastırdı.

"Her şeyimi alıp bu lanet şehirden kaçmalıyım."

Tamer, sandalyesine başını yaslamış, çenesindeki kirli sakalı sıvazlıyordu. Karısının halini hiç beğenmemişti. Çok stresli ve solgun görünüyordu. Daha önceki Cemre'ye hiç benzemiyordu. İşten izin almak ve yanına gitmek istedi. Lakin son günlerde fazla izin kullanmıştı. Müdürünün de önemsiz durumlarda izin vermeyeceğini biliyordu. Hatta ona karşı çok anlayışlı davranmıştı. Elini masaya vurdu. Saçlarını çekiştirdi. Onun üzülmesini istemiyordu. Kendi de üzülmek istemiyordu.

En başta Cemre'den hoşlanıyordu. En yakın arkadaşının, hatta ailem diyebileceği adamın kardeşiydi. Onları kendince kurtarmak istemişti. Ama artık kabul ediyordu. Kurtulmak isteyen kendisiydi. Yalnızlıktan, kimsesizlikten, amaçsızca savrulduğu kadınlardan... Ait olduğu yerdeydi ve ona ait olandan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu.

Telefonuna uzandı. Kızı aradı. Meşgul sesiyle karşılaştı. Bu onların durumunda, iyiyim ama konuşacak kadar değilim, demekti. Derin bir nefes alarak telefonu bıraktı. Ve akşama kadar her aradığında aynı ses kulaklarına doldu.

Cemre dakik bir kız değildi. Çoğu zaman derse, arkadaşlarıyla buluşmaya, çok sevdiği sinemaya bile geç kalırdı.

Ama akşam sekiz olduğunda çağrıldığı yerin kapısında bekliyordu.

Başını kaldırıp beyaza boyanmış eve baktı. Büyük ve sevgi doluydu. Sıcak bir yuvayı andırıyordu. Bahçesindeki ağaçlar kurumuştu. Veranda ve salıncak yeni boyanmış gibi pırıl pırıldı. Bahar ayında çiçekler çıktığında her şey güzel görünecekti.

"İçindeki pislikler hariç..."

Kollarını iki yanına sallandırdı. Derin bir nefes verdi. Hava buz gibiydi. Ağzından çıkan duman bunu kanıtlıyordu. Etrafına baktı. Birbirine uzak binalar vardı. Birçoğunun ışığı yanmıyordu.

Bağırsa kimse duymazdı.

Dudaklarını birbirine bastırdı.
Koşmak istiyordu. Buradan herhangi bir yere koşmak... Ama kaçabilir miydi? O her şeyi unutsa dünya unutmazdı. İnsanlar acımasızdı. Başkasının acısıyla beslenen milyonlarca kişinin olduğundan emindi. Onun gözyaşlarıyla alay edecek, onun yarasına basacak insanlar...
Arkasını döndü.
Çaresizlik buydu işte. Seni saran acınla karşılaşmak... Ellerin bağlı şekilde yolu arşınlamak... Buna mecbur bırakılmak.

Kapı açıldı ve arkasından onun sesini duydu.

"Merhaba, tatlım. Gel hadi."

Ve kızın bedeni kaskatı kesildi.

YALANCI AŞK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin