2; bağlamalar, bal şifası

2.3K 197 34
                                    

gözlerini etrafta gezdirmekten kendini alamıyordu genç adam. sadece dört sene ortalıkta yoktu ama kırık dökük olan ocak bile değişmişti. mahalledeki gençlerin uğrak yeri olmuştu şaşırtıcı bir şekilde. ülkü ocağının tam karşısında bir kahvehane olması, bu durumu farklı kılmıyordu, buradaki gençler sıkılınca bir de karşıya geçip orada çay içmeye devam ediyorlardı.

"sizin damardan kan yerine çay mı akıyor oğlum? geldim geleli yedinci bardağı koydun önüme." burada ufak tefek işlerle ilgilenen hakan mahcup bir şekilde dudağını büzdü. "kusura bakma abi, alışmışım her gelene çay vermeye. kahve ister misin?"

"sağ ol aslanım, eline sağlık." serhan bardağın içinde duran kaşığı çıkarıp masaya bıraktı, şekersiz içiyordu. eser gözlerini zorla çekerken, başında bekleyen hakan'a gülümsedi. "yok, teşekkür ederim."

tuğrul pantolonunu yukarı çekerek yürürken, çember oluşturmuş oturan bir grubun yanına bir sandalye itip oturdu. "vay be, tuğrul abi sen hep buradaydın ama eser abiyi lisedeyken ocağa sokamazdık." ismini hatırlamadığı genç, çayını yudumlarken söylendi.

"ben de hatırlıyorum, ülkücü reis'in oğlu komünist mi olur diye bahçenin ortasında az dövmedi reis baba." yaşıtı olan buğra anıları yaad eder gibiydi. gencecik olmalarına rağmen hiçbiri bu mahalleden çıkmayı göze alamamıştı, oturdukları bu ocaktan başka dünyaya bakmamış, başka lezzetler tatmamışlardı. eser bir nefes çekti içine. "siz bozkurtların sorunu bu zaten," dedi. "başka hiçbir fikre açık değilsiniz."

"sen solcu kimliğinle burada oturabildiğine şükret."

şaşkınlık ifadesi yüzüne yerleşirken, sesin sahibine çevirdi suratını. serhan tatlı-sert bir ifadeyle tam da kendisine bakıyordu. o an aklına düşen anıyla, öfke dolduğunu hissetti eser. "ne o? lisede kolumu kırdığın yetmedi mi?" şimdi hatırlıyordu, duvara "tek yol devrim" yazarken arkasından gelip tekme atan serhan'dı.

şok etkisi serhan'ın yüzüne bulaşmıştı. bir süre düşündü, kaba esmer eli sakalında dolanıp durdu ve tekrar konuşmaya başladı. "o faşist sen miydin?"

tamamen aklında o sahne canlanmıştı şimdi. kimse tanıyıp babasına yetiştirmesin diye yüzünü bir maske ile saklamıştı. o yüzden hatırlamıyordu serhan. "faşist senin anandır." dememek için zor tuttu kendini.

"serhan, karşındaki kişinin reis'in oğlu olduğunu unutuyorsun." tuğrul ciddi yüz ifadesini bozmadan tek cümle ile dağıttı konuyu.

eğer şu an kavga etseler, serhan'dan dayak yiyeceğini adı gibi biliyordu. ama o kadar güçsüz değildi, birkaç yumruk sallardı elbet. davasından vazgeçmemişti eser, lisedeki o devrim ruhu hala içinde bir yerdeydi. sadece bastırmıştı, bastırmak zorunda bırakılmıştı. bugünün türkiyesinde sağ-sol kavgaları yoktu belki, ama fikirleri öldürüyor, mahkum ediyorlardı.

başını iki yana salladı. düşünmek canını sıkmaktan başka işe yaramayacaktı çünkü. tekrar etrafı incelemeye başladığında iki bağlama gördü duvarda. abisine sordu, başıyla işaret ederken. "kim çalıyor bunları?"

umursamaz bir tavırla elindeki tesbihi çevirdi tuğrul. "herkes çalmasını biliyor da genelde hakan ve kürşat çalar, söyler."

hakan bu anı bekliyormuş gibi ayağa fırladı. "çalayım mı abi?"

"şuna bak ya," diye bağırdı buğra. öfkeyle yükselen bir ses değildi bu, alay ediyordu. "normalde nazlanır beyefendi, eser abisi isteyince bülbül gibi şakımaya başladı."

eser gülümsedi. "çal abim, çal. şeyi söyle ama 'ben bu kurtlar sofrasından çıkamazsam' mıydı o türkünün adı? ha onu söyle, buradan dayak yemeden çıkmayacak gibiyim çünkü." hin gözlerle lafı tam da yerine atmıştı, diğer herkes ufak kıkırtılarla gülerken, derin bir nefesle "tövbe euzubillah." sesi gülüşleri daha çok arttırmıştı.

hakan gülümsedi ve bir türkü söylemeye başladı.

şifa istemem balından
bırak beni bu halimden
razıyım açan gülünden
yeter dikenin batmasın

gece gündüz bu hizmetin
şefaatin, kerametin
senin olsun hoş sohbetin
yeter huzurum gitmesin

"oğlum, şöyle neşeli şeyler söylesene. ne bu içimizi kararttın." adını bilmediği bir sürü insan vardi burada. turuncu sakalları gürleşmiş bir genç isyan etti.

"bırak lan, söylesin." dedi tuğrul, koyu irisleri masaya dalıp gitmişti. etrafına baktı eser. herkesin bir sevda derdi olmalıydı. ülkü ocağına bir sessizlik çökmüş, millet kendi içine dönmüştü.

birbirine çarpan boncukların sesi bozuyordu tüm suskunluğu. serhan özel yapım olduğu belli olan kehribar tesbihini sallayıp dururken, yanaklarını şişirecek kadar büyük bir duman çekti göğsüne. kara kaşları çatılmıştı, çehresi ise sert ifadesiyle camdan dışarıyı izliyordu.

onunda vardı bir gönül yükü, eser sıkıntıyla nefes alıp verdi.

|

peki bir türkü bagimlisi olduğumu söyledim mi?? alın bu bilgiyle ne yaparsanz yapın

ülkü ocağı (bxb)Where stories live. Discover now