7; sana bir sırrımı soyleyecektim

1.4K 136 48
                                    

"bir ince pusudayım,
yolumun üstü engerek."

eser dün gece hiçbir şey yaşanmamış gibi mahallenin kahvehanesinin önüne oturmuş ve eline tutuşturulmuş gitara tırnakları ile vuruyordu. "yangın sayılır." cümlesi kafasını allak bullak ederken, kalbini de tarumar etmişti. serhan'ın kendisi ile oynadığını düşünüyordu, iğrenç ezik bir oyundu bu. yönelimini farketmiş olmalıydı, eser'i küçük düşürüp, bitirmek istiyordu belli ki.

mahallenin diğer gençleri eser'in söylemeye başladığı şarkı ile sessizliğe büründü. Ahmet Kaya şarkısı söylemeye nasıl cesaret ettiğini kavrayamıyordu hiçbiri.

"bir garip akşamdayım,
sırtımı gözler tüfek."

tuğrul ilk başta kardeşine bozuk gözlerle bakmış olsa da, umursamadan oturup çay içmeye başlamıştı. biraz daha anlayışlıydı babasına göre. hemen ardından karşıdan gelen beyaz gömlekli adamla, gençler korkulu gözlerini esmer tenli adama çevirdiler. serhan geliyordu ve eser gitar çalmaya devam ediyordu.

en sonunda atacak adım kalmamıştı, serhan birkaç saniye öylece bekledikten sonra gitarın sahibi olan genç çocuğa bakış attı. "ne oluyor burada?"

"ben senin sokağına
ulasamam, dardayım.
o masum gözlerine
bakamam, firardayım."

çocuk mahcup bakışlarla cevap veremeyince serhan, eser'e doğru yürüdü ve tam önünde durdu. "eser, kes şunu." oturan genç adam gözlerini yukarı kaldırdı ve sakin bir gülümseme ile diğerinin koyu irislerine bakarak devam etti şarkıya.

"oysa ben o gece
yüreğim elimde
sana bir sırrımı söyleyecektim."

serhan boynu açıkta kalan adama dikkatle baktı. kolye yoktu. kirli sakalının arasından ışıldiyordu beyaz dişleri. tepki vermeden, gözlerini yüzünden ayırmadan nakaratı söylemesi ile öfkesinin arttığını hissetti. başına ne geleceğini bile bile yapıyordu bunu. damarına basmak istercesine. kendisini sinirlendirmek istediğini anladı serhan. geçip yanına oturdu. bir süre sonra şarkı bitmişti. eser, hafif bir hırıltı ile bogazindaki gıcığı attı.

az önce çekilmeyi reddeden gözleri şimdi bakmayı geçin, kucağına bıraktığı ellerinden kalkmıyordu bile.

"hatrıni geçtim ayıkmak için 
içtim acı kahveyi,
o alçaklar gibi alçak olamadığım
için affet beni."

gençler çoktan onlara bakmayı bırakmıştı, başka şarkıya geçmişlerdi. kimsenin onlarla ilgilenmediğini farkedince dudaklarını yanında oturan adamın kulağına uzattı. "kolye nerede?"

"gömleğimin cebi
gönlümü saklar ama
yüreğin yan yolları var."

"sana ne kolye neredeyse?" tabii ki kolyeyi atmış değildi, evde duruyordu. ama serhan geri getirip, yangın sayılır dedigi için takmak onu çok ciddiye alıyormuş gibi olacaktı. diğerinin sıkı çenesi gerildi, kaba eli ensesini gezindikten sonra derin bir nefes çekti. "sen hep böyle dik başlıydın."

"beni ne kadar tanıyorsun ya sen?"

öfkeli siyah irisler serhana sertçe dönmüştü ama bu genç adamı korkutmak yerine güldürmüştü. "lisede herkese kafa tutardın."

anında cevabı yapıştırdı. "adımı bile hatırlamıyordun, serhan."

"hatırlıyordum." birbiriyle kesiştiler birkaç saniye. bu adamın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. o sırada abisinden yükselen ses ile o tarafa döndü. "ooo, taylan. geçmiş olsuna mi geldin?"

abisi ayağa kalkarken, kahvehaneye öfkeyle yaklaşan taylan'ı görünce ayağa fırladı. ne olmuştu?

"ne geçmiş olsunu lan? ofise girmişsiniz pezevenk."

tuğrul şaşırmamış bir ifadeyle başını salladı. "tek başına hesap sormaya mi geldin?"

"taylan?"korkak adımlarla ikisine yaklaştı. taylan ise ona hiç bakmadan elini salladı. "eser, seninle işim yok. abinin suratını dağıtmaya geldim kardeşim, kusura bakma."

eser ne yapacağını bilmez şekilde olduğu yerde kaldı. taylan tuğrul ile boy ölçüşecek biri değildi. tuğrul uzun boyluydu, zamanın çoğunu spor salonunda geçiriyordu. taylan ise bembeyaz tenli, zayıf, sarışın bir çocuktu. boyu ancak tuğrul'un omzuna gelirdi. ufak eliyle bir yumruk sallamaya çalışsa da, tuğrul kolayca havada yakaladı.

"taylan, kanıtın bile yok. konuşup halledelim olur mu?" soru sormuştu ama bir cevap beklemeden diğerini kendine çekti. taylan kurtulmak için kendini ileri geri iterken, herkes şaşkın bakışlarla onları izliyordu. "hakan, kahvehanenin arka odası boş mu?" sorduğu çocuk  sadece başını salladı ve tuğrul cevabı alınca kollarındaki çocuğu çekiştirerek içeri götürdü ve herkesi geride bıraktı.

zorla odaya girdiklerinde kapıyı kapattı ve diğerini durdurmak için sakince durdu. taylan bir süre çıkmak için uğraştıktan sonra kabullendi ve uzun boylunun göğsüne bir yumruk patlattı. "bıraksana lan beni, hayvan herif!"

"sen yapamasan da ben konuşarak anlaşmaya çalışıyorum taylan. geçmişin hiç mi hatri yok sende?"

taylan tokat yemiş gibi geri çekildi. göğsü sıkıştıran bir acı boğazına yürüdü. nasıl, nasıl acımadan söyleyebilirdi bunu? "geçmiş mi?"

"sen beni geçmişte geride bıraktın, tuğrul. ben o günleri unutalı çok oldu."

"bırakmadım." baştan beri sakin olan adam öfkeyle bağırdığını farkedince daha tutarlı olmak için küçüğe bir adım yaklaştı. "bırakmak zorunda kaldım."

"her şeye cesur olan sen, bana cesur değildin."

"taylan." yüzünü avuçladı. küçük beyaz surat elleri arasında kaybolmuştu. "özür dilerim."

"hiçbir değiştirmeyecek sözler söylemeyi bırak. mihriban dediğin kişinin kapısından ayrılmıyorsun."

gülümsedi. "taylan." öfkeli mavi gözler ilk önce dudaklarına kaysa da tekrar yukarı çıkmayı başardı. cümlenin devamını duymak için başını salladı.

"mihribanla aynı sokakta oturuyorsunuz."

ben geldimmmm

ülkü ocağı (bxb)Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ