BÖLÜM 2 - ÖLMEK Mİ YOKSA ÖLMEK Mİ?

23 5 0
                                    

Gözlerimi açtığımda, hala fazlasıyla sersemlemiş durumdaydım. Işık gözümü aldığı için etrafımı tam seçemiyordum, gözlerimi ovuşturarak olduğum yerde doğruldum. Burası bir evdi. Bir koltuğun üzerindeydim, hemen yanımda da bir sehpa ve üzerinde bir bardak su vardı. Gözlerimi bir kez daha ovuşturup etrafıma şöyle bir baktım. Yatırıldığım koltuğun tam karşısında iki tekli koltuk vardı, bunlar da tıpkı üstünde oturduğum koltuk gibi el işi örtülerle örtülmüştü. Koltukların hemen arkasında ise bir sürü çiçek vardı. Uzun kısa, yapraklı yapraksız. Onların arkasında da şu an tamamen kapalı koyu renk bir perde vardı. Sol tarafıma döndüğümde gözüme çarpan ilk şey, süs eşyaları ile dolu bir kitaplık oldu. Neredeyse kitaplardan fazla süs eşyası vardı ve bazıları oturduğum yerden antika gibi görünüyordu. Kitaplığın hemen yanında bir masa vardı. Üzerinde küçük bir abajur, yarısı içilmiş bir bardak çay ve büyük bir ip yumağına saplanmış küçük bir tığ duruyordu. Duvarlar birbiriyle alakasız minik tablo ve resimlerle doluydu. Bunlar, tahminimce aile fertlerinden birkaçı ve pek güzel olmayan çiçek çizimleriydi. Sehpanın üzerindeki suya uzanıp tek nefeste içtim. Bardağı yerine koydum ve ayağa kalktım. Etrafta hiç ses yoktu, yalnız olduğumu düşünsem de dikkatli davranmaya çalışıyordum. Önce perdeye ilerledim ve hafifçe aralayarak dışarı baktım. Aslında amacım nerede olduğumu anlayabilmekti fakat hava karanlıktı. Perdeyi kapattım ve kitaplığa yöneldim. Öyle güzel süsler vardı ki onlara dokunmadan edemedim. Porselen bir kadın heykeli dikkatimi çekti. Bu tanrıça Ma'at'ın heykeliydi. Dedem ben küçükken, Mısırdaki kazılarından bahseder ve ben uyurken sürekli tanrı ve tanrıçaların başlarından geçenleri anlatırdı. Bu heykelde tanrıça Ma'at, dönemin kıyafetlerinden giymiş, bir elinde asa, diğer elindeyse bir "Ankh" sembolü tutuyordu. Aynı zamanda kafasında tek bir tüy vardı. 

"Tanrıça Ma'at."

Sıçrayarak solumdaki kapıya döndüm, Metisef eşiğin hemen gerisinde bana bakıyordu. 

"Mısır'ın doğruluk ve adalet tanrıçasıdır. Elindekine ek olarak bazen kanatlıdır da."

Tekrar elimdeki heykele baktım, güzel olmasının yanı sıra garip bir enerjisi vardı. Heykeli yerine bırakarak Metisef'e döndüm.

"Biliyorum, çocukluğumdan beri dinliyorum." 

"Doğru ya, Talat'ın torunusun." Benimle alay mı ediyordu emin değildim. Ne kadar sessiz kaldım bilmiyorum ama Metisef, Yemek yaptığını söyleyerek beni mutfağa götürdü. Şahane olmasa da, karşımızda gayet doyurucu bir sofra duruyordu. Biraz tavuk, pilav, kara lahana salatası ve tavuk suyu çorbası.

"İnsanları güvende tutmak dışında yeteneklerin de var galiba." Alay etme sırası bendeydi. Bunu söylerken sandalyemi çekerek oturdum.

"Öyle de denebilir." Metisef de gülerek az önce aldığı çatallarla masaya oturdu. Elinden çatalı alıp yemeye başlarken, Metisef'in neler düşündüğünü merak ediyordum. O da bulunduğumuz durumdan memnun değildi, en azından ben öyle hissediyordum. Bence beklemeyi tercih ediyordu ve iyi ki de öyle yapıyordu. Dışarı gösterdiğim halimle, düşünmekten neredeyse patlamak üzere olan beynim arasında dağlar kadar fark vardı. Konuşmuyordum, soru sormuyordum, birkaç cümle dışında Metisef ile konuşmamıştım bile, ki o anlarda da Metisef gerçekten şaşırmış görünüyordu. Konuşamıyordum çünkü ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum. Soru sormuyordum çünkü alacağım cevaplar beni korkutuyordu, duyabileceklerimden ölesiye korkuyordum. Bir daha hiçbir şeyin asla eskisi gibi olamayacağını hissediyordum ve bu his bana acı çektiriyordu. 

Metisef yemeğini yerken gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Gözlerimi tabağımdan hiç ayırmamıştım çünkü bir saniyelik bir bakış bile, onun bu dayanılmaz sessizliği yok etmesine ve beni mahvedebilecek şeyler söylemesine yeterdi. 

~TANRIÇA TÜYÜ~"Maat'ın Adaleti"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin