BÖLÜM 6 - NEREYE HOŞ GELDİK?

8 1 0
                                    

Sabah uyandığımda saat dokuzdu ve geri kalan herkes uyuyordu. Aslında ben de uyumak istiyordum fakat uyandıktan sonra tekrar uyuyamamak gibi lanet olası bir huyum vardı. Yataktan kalktım ve gardırobumun önüne geldim. Kapağı açtığım zaman gördüğüm manzara içler acısıydı. Metisefle kaçtığımız gün, hızlıca çantama birkaç şey tıkıştırırken, kıyafetleri böyle dağıttığımı fark etmemiştim. Ellerimle biraz karıştırarak bir kazak ve pantolon alıp üstümü değiştirdim.  Herkes uyuyordu ve onları rahatsız etmek istemiyordum. Resmen parmaklarımın ucunda, nefesimi tutarak aşağı indim ve kahve yapmak için mutfağa girdim. Sabahları dedemle ikimiz mutlaka bir fincan Türk kahvesi içerdik. Dedem hep benden erken uyandığı için genelde kahveleri o yapardı. Küçük sayılabilecek mutfakta, kahveyi bulabilmek için resmen çaba harcamıştım. Neyse ki beş dakika gibi bir sürenin ardından sağ tarafta tezgahın altındaki dolapta baharatların arasında kahveyi bulmuştum. Kahve makinesinin fişini taktıktan sonra fincan almak için sol taraftaki rafa doğru ilerledim. Elime iki küçük kahve fincanı alıp tezgaha koydum ve koyar koymaz fincanlardan birine artık ihtiyacım olmadığını anımsadım. Fincanı yavaşça avucumun içine alırken aklımdan tek bir şey geçiriyordum. 'Ne olursa olsun, dedemi kurtaracağım.' Fincanı yerine koyarken, neşeli sayılabilecek bir ses duydum.

"Günaydın, erkencisin?"

Fincan hala avucumun içindeyken arkamı döndüm ve hafifçe gülümseyen Ahu'yu gördüm. 

"Günaydın, yorgun olduğunuzu düşündüğüm için sizi uyandırmak istememiştim."

Ahu elimdeki fincana sonra da sağ tarafımdaki tezgaha bakarak, ilk defa muzipçe sırıttı ve elini 'boşver' anlamında sallayarak tezgaha yöneldi.

"Bir kahve de bana yaparsan, bunu unutabiliriz."

Ben de gülümsedim ve onu onayladığımı belirten bir hareketle yanına geçtim. Ben fincanlara su koyarken o da kahveyi makinaya döktü ve şeker ekleyip karıştırdı. Ardından suyu da ekleyip makinayı çalıştırdık ve beklemeye başladık. Çok uzun sürmeyen ama öyle hissettiren kısa bir sessizlikten sonra, kendimi tutamayarak Ahu'ya sarıldım. Ahu bu ani hareketime şaşırdı ama benden uzaklaşmadı. Aksine o da bana sarıldı. Sanırım ikimizin de buna ihtiyacı vardı.

Ben, ona ve Okan'a karşı içimde büyük bir suçluluk duygusu besliyordum. O gece, sırf bize destek olabileceklerini düşündüğüm için, Metisef'in onlara o ayini yapmasına izin vermiştim. Ama böyle olacağını bilmiyordum. Gitmek istediklerinde, cezalarının yeraltına yollanarak lanetlenmek olacağından haberim yoktu. Korkmuştum, acı çekiyordum, bencillik etmiştim. Şimdi ise Ahu ve Okan ile her göz göze gelişimde, onları zorla ölmeye mahkum etmiş gibi hissediyordum. Ya bizimle dedemi kurtarıp, bu yoldaki engelleri aşarken ya da bizden ayrılmak istedikleri zaman lanetlenerek... 

Sarılmayı bırakıp ona gülümsedim ve dostça omzuna dokundum. Umarım bir şekilde bu yolculuk onlara zarar gelmeden biterdi. Kahve makinasının kısa melodisiyle, elimi omzundan çekerek kahveleri doldurmaya başladım.

"Olanlara inanamıyorum Cahide, sanki çıldırıyorum."

Bu konuşmayı yapmayı planlıyordum evet, o yüzden arkamı dönerek kahveleri gösterdim ve onu arka bahçedeki küçük verandaya götürdüm. İkimiz de oturduktan sonra derin bir nefes aldım ve onlarla tanıştığımız güne kadar olan her şeyi tek tek anlattım. Ahu beni dinlerken suratı şekilden şekle girmişti. Öyle ki bizi kovalayan şeyin bir ölüm makinesi olduğunu duyunca neredeyse aklını yitirdiğini düşünecektim. Konuşma bittiğinde, derin nefes alma sırası ondaydı.

"E-eğer dün Metisef'in o şeyi yaptığını görmeseydim, y-yani o hortumu hissetmeseydim bu söylediklerine inanmazdım biliyorsun değil mi?"

Kafamı olumlu anlamda salladım.

~TANRIÇA TÜYÜ~"Maat'ın Adaleti"Where stories live. Discover now