Bölüm 6: Koboltlarla Savaş

25 4 102
                                    

   "Biraz tuz kristali falan bulsak güzel olurdu," dedi Teru ateşin üstünde bekleyen koca budu çevirirken, neyse ki ormanda sadece canavarlar yoktu, aynı zamanda hayvanlar da vardı. Lavi de yere batırdığı dallara sapladığı mantarları ve ne olduğunu tam bilemedikleri sebzeleri çevirmekle meşguldü. Vahşi hayatta geçirdikleri bir kaç gün onların daha da uyum sağlamasını sağlamıştı, Teru sapan benzeri iki dalı ateşin yanlarına koymuş ve büyük bir parça eti çubuğa saplayarak ateşin üstünde dönerek pişmesini sağlamıştı, Lavi de yenebilecek yeni şeyler keşfederek akşam yemeklerini çeşitlendirmişti.

"Haritada görünen kristallerin ne olduğunu bilsek güzel olurdu."

"Şu an çok bir şey fark etmiyor, nasılsa hiç biri hakkında bilgimiz yok." Bitkiler ve canavarlar hakkında çokça bilgi olsa da kristaller ve taşlar hakkında kılavuzda hiç bilgi yoktu. Şu ana kadar topladıkları kristallerden sadece şeker kristalinin doğrudan şeker (?) olduğunu anlayabilmişlerdi.

"Belki yeteneğin level atlarsa cevherlerin neler olduğunu da görebilmeye başlarsın."

"Belki." Teru huzursuzca eti tekrar çevirdi, gerçekten acıkmıştı ve sabrı kalmamıştı. Lavi ise piştiğine kanaat getirdiği mantar ve sebzeleri ilkel tabaklarına (!) aldı. Tabak olarak kullandıkları bu şey aslında bir nehrin yanında yetişen dev bambu kamışıydı. Kamışın boyu 5 metreye ulaşırken kalınlığı da 10 santimi geçiyordu, ikisi beraber bu kamışı topraktan çıkarana kadar bütün gücüyle çekmek zorunda kalmışlardı. Canlıyken bıçak bile işlemeyen bitki topraktan ayrılınca rengi soldu ve dokusu daha yumuşak bir vaziyet aldı. Daha sonra onu parçalara ayırıp bir kısmını tabak olarak bir kısmını da şişe niyetine kullanmaya karar verdiler. (YN: şişe nasıl olur diye sorarsanız, bambu tarzı bitkiler bomboş bir şekilde uzanmıyor ara ara içinde perdeleri var bir tarafı perdeli bir tarağı boşluk bırakırsınız ve ağzını da bir şeylerle tıkarsanız şişe niyetine kullanılabilir.)

Teru sonunda eti alıp bıçakla parçaları sıyırmaya başladı.

"Oldu mu ki?"

"Oldu oldu hadi." Uzattığı tabaktaki parçaların yarısından fazlasını Lavi'ninkine boşalttı. Daha sonra çubuğa yeni bir parça et takıp pişmeye bıraktı. Lavi de pişen mantarın neredeyse hepsini Teru'ya koydu.

"Hey bu kadarını yiyemem!"

"Mantar bulduğumu söylediğimde heyecanlanan sen değil miydin?" Teru yanakları kızararak verdiği aşırı tepkiyi hatırladı. "Hem sürekli bana daha çok et koyan sen değil misin?"

"Sürekli koşturup duruyorsun benden daha çok enerjiye ihtiyacın var." Et parçasını elindeki daha önceden yonttuğu tahta çubuklarla tutarken bir yandan soğuması için üflüyordu. "Bismillah." Yediği et henüz soğumamış olacak ki yüzünü buruşturdu ve adeta çiğnemeden yuttu.

"Nesin sen, annem mi?"

"Bunu duyduğum ilk sefer değil." Çubuğunu kırmızı sebzeye batırdı, görünüşü tatlı patatese benzeyen ama rengi kıpkırmızı olan bir kök sebzesiydi bu. Yavaşça ısırdığında ağzının bayram ettiğini hissetti.

"Acı bu!" Evet tuzdan sonra en sevdiği şey, acı!

"Harbi mi? Etimize güzel bir arkadaş bulduk desene." İkisi yemeğini güzelce yedikten sonra yataklara çekilme zamanı gelmişti.

"Bugün sen önce uyuyorsun."

"Ama-"

"Sus, bu konuda konuşma hakkın yok. Hemen uyu sabah olmadan seni uyandıracağım ve ben dinleneceğim. Olması gereken bu." Lavi'nin dün gece kendisini uyandırmayışına atıf yaparak onu durdurdu. Tartışmaya girmeden kurt postlarına sarılan Lavi yorgunluğunun etkisiyle hemen uyuyakaldı.

Pairing Up with YouWhere stories live. Discover now