Misafirler gelmeden Hacer annenin ricasıyla sabah giydiğim çiçekli elbisemi değiştirmiş üstüme tam oturan göğüs dekoltesi biraz fazla olsa da uzun kolları olan dar kırmızı bir elbise giymiştim. Her ne kadar hoşuma gitmese de takılan bütün ziynetleri de takmış takıştırmıştım. Sabah öylesine topladığım saçlarımı Zühre'nin yardımıyla önce düzleştirmiş sonra da uçlarına maşayla şekil vermiştik. Kıvırcık ve kabarık saçlarımdan sonra saçlarımın kalçama kadar uzanan hali oldukça hoşuma gitmişti.Çok yorulmuştum. Gelen giden çoktu. İyi ki Hacer anneyi dinleyip nikah günü alma işini ertelemiştik. Üç gelin, üç görümce hizmet etmekten perişan olmuştuk. Zehra abla ve Cennet abla da gelmişti. Şimdi mutfakta soluklanıyorduk. Kolumda şıngırdayan bileziklerimle sürahiden herkese su doldurdum. Ebru yenge suyunu bitirip gözlerini üstümde sabitledi.
"Kız maşallah çok güzelsin. Değiştirme sakın üstünü, Cihangir de görsün."
Konuşmasının sonundaki imalı gülümsemesi ve göz kırpmasıyla elbisemle aynı renk olmuştum. Herkesin beğendiğine dair söylediklerine kulak asmamaya çalışıyordum. Çünkü bunun sonu utandırmaya gidiyordu.
Mutfağın önünden geçen misafirlerin ardından Hacer annenin peşinden biz de çıktık. Son kalanları da uğurladıktan sonra büyük salona tekrar geçip oturmuştuk. Hüsniye ablanın kızı olan Seher hepimize yorgunluk kahvesi yapmıştı. Kahveyi içerken sabah Cihangir'in yaptığı imaları hatırlayınca dudaklarıma küçük bir tebessüm yerleşmişti.
Ona bu kadar çabuk alışmam çok garipti.
Kahvemi bitirdiğimde müsaade isteyip odamıza çekildim. Şifonyerin içinden takı kutusunu çıkarıp gerdanlığımı, küpelerimi, bileziklerimi çıkarıp içine yerleştirdim. Yüzüme sürdüğüm hafif makyajı da ıslak mendille silmeye başladım. Bittiğinde yüzümdeki tuhaf histen kurtulmak için banyoya girip yüzümü yıkadım. Tekrar odaya girdiğimde yatağın banyoya bakan tarafına oturmuş Cihangir beklemiyordum. Beni gördüğünde baştan aşağı dikkatle izledi. Gözleri göğüs dekolteme takıldığında tek kaşını kaldırıp başını hafifçe sağa yatırdı. Bir tepki alamayınca aşağıya doğru devam edip dizlerimde biten elbiseye dudak büktü.
Şimdi bu adam bu elbiseyi beğenmiş miydi, beğenmemiş miydi?
Sessiz bekleyişlerimizin ardından elini sağlam olan dizine vurdu. Oraya oturmamı istediğini düşünmek bile istemiyordum. Konuyu değiştirmem lazımdı.
"Hoşgeldin. Ben de üstümü değiştirmek için çıkmıştım odaya. Ne ara geldin hiç duymadım."
Birkaç adım atıp dolaba yönelmek istediğimde boğazını temizler gibi ses çıkardı. Göz ucuyla baktığımda gözleriyle dizini işaret etti. Yanına gittim ama dizine oturmadım. Aralık bacaklarının arasında öylece durdum. Elleri elbisemin bitiş hizasından yukarı doğru tırmanmaya başladı. Kalçama ve belime dokunduktan sonra tek kolunu belime sarıp burnunu dekolteme değdirdi. O an ki panikle yüzünü kavrayıp uzaklaştırdım.
"Ne yapıyorsun Cihangir?" ayıplayan ses tonum hoşuna gitmiş gibiydi.
"Otur." dedi sadece. Belimdeki kolunu bastırdı. Israrın dayanamayıp dizine ağırlığımı vermeden oturdum. Gözleri dekoltemdeydi. Burnunu boynuma değdirip kokladı. Boynuma nazik öpücüklerini bırakırken mırıl mırıl bir şeyler söylüyordu. Çekilip gözlerini gözlerime dikti. Bir yandan da saçlarımla oynuyordu.
"Saçlarını böyle de sevdim. Sana her şey çok yakışıyor."
Gülümsedim.
"Güleycan inşallah beni azgın bir ergen olarak görmüyorsundur." Yüzünü buruşturarak kurduğu cümleyle kahkaha patlattım.

YOU ARE READING
İSYAN
Teen FictionElimde tuttuğum yazmayla yavaş adımlarla yürüyordum. Bu yolun sonu nereye gidiyor hiç bilmiyordum. Gözlerimin yaşı kurumuş, bitmişti. Nefes alırken göğsümden yükselen büyük bir ağrı vardı. Saçlarımın kökleri acıyor, yüzümün her yanı cayır cayır yanı...