ayaklarının altı yemyeşil

29 10 52
                                    

"buradan gidebilirsin." gidebilir miydi insan öyle kolay? sırtında milyonlarca yük, acıya tok, umuda aç. gidemezdi koşarak, minik adımlar atmaya bile hali yokken minik adımlarla gitmek zorunda kalmak bitirirdi onu. dişleri zangır zangır, bacakları da titrek, hatta kopuk, gidemezdi. zihni doluydu binbir türlü mesele, hayatı olmayan bir hayata devam etmek istemek, gözleri kör bir köstebeğin güneşe yakın bir gezegende yaşama tutunması gibiydi, tutunamazdı. bir zamandan sonra tutunduğu arzular aç ve susuz soğuk yer altında yok olmaya evrilirdi, geride kalan istek ona yetişemez, köstebeği yaşatmazdı. istek sönerdi, köstebek huzurun tadına erer ve güneşe nefret kusarak onu yaşatan ölüm arayışıyla ölürdü. güneşten farkı yoktu ölüm arzusunun, ikisi de finaldi. jimin bir köstebekti, kaptanı olmayan bir gemiye atlayıp dünyası olmasını umduğu gezegene dönen, yeşil bir yol ile karşılaşan, bilinmezliğe doğru ilk adımını atan ve bilinmezliğin içindeki yaşam arzusuna çakmak uzatan. içine çekmeden tutuşmazdı arzu, ilk adımı atmadan bilinmezlik çözülmezdi. yeşil yolun başında sokulsa kendine ve başka bir bilinmezliğe fırsatı varken adım atsa, yeşil yolun sonu üzülmez miydi?

"biri olsa gidebilirdim." dudakları haraket etti, sesi çıkmadı. çıksaydı da pek kısık çıkardı. "biri olsa benim için çabalayan, çabalayabilirdim." zihninin merkezi çığlık çığlığa bağırıyordu, dönem dönem beceremeyeceğini söyleyen, hayır, hatırlatan tüm o sesler bir yere toplanmış ve disiplini eksik etmeyerek, senkronize olmuş bir şekilde bağırıyordu. yapamazdın diyorlardı, korkardın, hala korkaksın. dünyan değişti diye sen değişmedin, yine her şeyinle beraber bataklığa gömüleceksin. yoğunluk soluk borunu tıkayacak, dünyadan çaldığın nefeslerin hesabını vereceksin. verecekti. "ama şimdi nefes alıyorum, yetmez mi?" doğduğun, çocuk ve her şeyi yapabilme gücüne sahip fakat yapmayan bir gence dönüştüğün dünyada da nefes alıyordun diyorlar, haklı değiller, öyleler mi? "hiçbir şeyim yoktu." her şeyin vardı, sadece görmüyordun. "ama hep bakıyordum, görmek için çok uğraştım." hayır, içten içe oraya ait olmayı hiç istemedin. sana verilen kadarını hiç yeterli görmedin, diğerlerinden farkın yoktu, bir artın, iki eksin, hayır, yoktu. doğruydu.

yeşil yolun etrafı ağaç doluydu, birkaç adım attı, ilerledi. öğrenmeliydi bu yer hakkında tüm öğrenmesi gerekenleri, ona verilen her şeyi bu sefer görmeliydi. içten bir sarılma ile eş değer olmalıydı bilmek, manevi huzuru her bir uzvunun hissetmesi, kalbinin ritminin huzurla bozulması lazımdı. yoksa ne farkı kalırdı içten bir sarılmanın sadece hayalde kaldığı dünyasıyla bu dünyanın, ne anlamı kalırdı bir kez daha alışılmış hayat deneyimine girseydi onca uğraşın? alışmamalıydı bu yeşil yola, alışmamalıydı ağaçlara, alışmamalıydı zihninde konuşup duranlara. kendine alışmamalıydı jimin, değişmek için. nefesleri nefes aldığı aklına düştüğünde düzensizleşti, bilinen ilk "bilirsen bozarsın." kuralını bu dünyada yaşadı. kaç saniye sürdüğünü sayamadığı uzun bir nefes alma sonucu, koşmaya başladı. ayaklarının altında ezilen toprağın yumuşaklığı ile belki birkaç saniye, belki birkaç dakika, belki birkaç saat ve belki birkaç gün önce yağan yağmurun altında dans ettiği görüntüler zihninde dolaştı, daha önce buradaydı. damlaların saçlarını ıslatıp zaten ıslak olan boynuna damlamasını, oradan yeşil hırkasının davetkar boşluğundan sırtına ilerlemesini hissetti. açık dudaklarından içeri giren damlaların birikimini yutarken dilinin kuru kısmının şükranıyla lütfunu kanıtlamasını, üzüntünün sebep olmadığı göz yaşına düşen damlayla beraber göz yaşının, eski dünyasında yaşadığı şehrin en işlek caddesinde bulunan inşaatın sakar bir işçi yüzünden düşen parçalarından birinin korunmasız halde duran pastaneciye denk gelmesini, bir tanesinin çalışan işçilerin tam olduğu yere düşmesiyle kaosun hakim olduğu ortamda panikleyen insanların kaçışması sonucu en işlek caddenin artık lanetli cadde olarak anılmasına sebep olan yıkım gibi yıkılmasını, hissettiği şeylerin ağırlığından gözünden damla damla akan yaşlarla bir kez daha hissetti. o buradaydı, yağmurda dans etmişti hiçbir mantık aramadan, mutluydu, mutluluktan ağlıyordu.

zamanı önemli değildi, hissetikleri ona bir ömür yeterdi de önünde yetinmek zorunda olmadığı gerçek bir ömür vardı. mutluluğun umuda dönüşüp kalbinin içinde yerini almasına izin veren kişi jimin'den başkası değildi, üzülebilirdi, tiksinebilirdi gelecekteki kendi umuda izin verdiği için, yok olmanın daha kolay geldiği bir pişmanlık yaşayabilirdi. korkuyordu düşündükleri yaşanacak diye, deli gibi korkuyordu, fakat geri dönüşün olmadığı bu yeşil yol gibi zihninin içinde de bir yola girmeliydi. büyük ihtimal bolca üzüntünün ve pişmanlığın olacağı bu yolun ilerisinin ona vaat ettiği hiçbir şey olmasa bile inanç, mutluluğu var ederdi.

"jimin yine neredesin ulan." kalın, çekici bir ses.

gerçeği yok edersen gerçeğini var edersinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin