bildim ve bozdum, bozdum ve bildim

19 9 86
                                    

uzun cümleler insanlar tarafından çok yanlış anlaşılır, insanların anlamasını beklemek hep aptallıktır, jimin de anlamaz anında, ama anlamaya hep çalışır. yokuş yukarı çıkılsa, onca kaldırım taşında oturup dinlenmenin vermiş olduğu huzurun tadı damağında kim o yokuştan yuvarlanmak ister? bazıları ister, kaldırım taşı yorgunluğunu bilenler çok ister, yetişmenin yalnızca kişiyle bağdaşlaştırıldığı o zamanlar, kafatasına, koruduğu zihninin içindekiler dışında kimselerin zarar vermek istemediği kaldırım taşı dinlenmeleri uzun bir yolun azına işarettir. elbet zorlu geleceğe ve yokuşun devamına da işarettir fakat yolun o az kısmı, ilerisi için umut demektir. kuruyan ve bir yudumluk suya muhtaç ağzın mızmızlanmasına son verir, ihtiyaçlar geriye atılır, ruhen insan ferahlar ve devam eder. jimin gibiler ise yolun ortasında bayılmayı, yokuşun devamından bir kurtuluş olarak görür. haklılardır da. çamaşırların toplanması gerekenden uzun zaman sonra, hayırsız olarak nitelendirdiği çocuklarının kafasında oluşturduğu sorumluluklardan kaçması nedeniyle ağzı bozuk bir hanımefendi, sol elindeki havluyla ıslak sağ elini silerken söylenir de söylenir, küfürler eder. bir saniye bile ağzı kapanmaz, çamaşırlar koca elinin sığınağına birer birer girerken yerde öylece yatan çocuğu görmek, mahalleyi sarsan bir çığlığa ev sahibi yapar. mahalleli balkonlarına dizilirken, saksılarında renkli çiçekler dolu yaşlı beyefendi endişeyle ambulansı arar. sağlık görevlileri yokuşun dibinde bekleyen ambulans şoförüne küfürler ede ede jimin'i zar zor ambulansın içine alır.

jimin'in vazgeçişi çok kişiyi memnuniyetsiz eder, ağzı bozuk hanımefendinin çığlığı birkaç gün boğazının ağrımasına, çığlıkla uyanan ve sadece iki saatcik uyuyabilen gececi kadının uykusuzluğuna, çiçekçi beyefendinin az kalan zamanını tanımadığı bir insan için harcamasına, ambulans şoförünün kızının doğum gününe gitmek yerine ambulansı huzursuzca sürmesine, sağlık görevlilerinin ise, jimin'in zorluklardan kaçmak uğruna bayılmasına neden olan yolu çıkıp, ince de olsa, dönüş yolunda bir insan taşımalarına sebep olur.

peki insan korkularından kaçmak için kaç kişiyi memnuniyetsiz etse umursamayı unutur?

jimin kimseyi unutamaz. belki de bu yüzdendir varlığına olan nefretin sebebi, etrafa saçılan küfürlerin benliğine yakıştırması. jimin kötüdür. kendi çıkarları uğruna insanları kullanan, onları gelecekten korkutan sebep olmayı, korktukları yokuş olmayı hiç istemez ama öyledir. sanılanın aksine dünya onun için etrafında koruma olmayan bir pervane olmamıştır, her bir turunda ne jimin'in omuzlarını keser, ne hayata kesikler atar. dünya iyidir, tek sorun bir şeytan olduğu dünya'nın jimin'in dünyası olmamasıdır. ki bu, en acı veren ve jimin'i kötülüğe itendir.

"buradayım." boşluğa düşüş, anlık bir tepki, jimin kendisi, konuşan kişi jimin'i bilmiyor. neredeyim ben sorusu sorulmadı, oyunun kuralları ne zamandır anlık bir varoluş oldu? seçenekler nerede, nereye kayboldu? işte gerçek dünya, tüm acımasızlığıyla işe koyulmuştu.

"sonunda buldum seni, üç dakika içinde çıkacağız sahneye. tilkin hazırlansın diye fazla bile bekledik, üç dakika diye sakın huysuzlanma, gebertirim seni."

gülüş, dönüş ve gözlerde takılı kalan minik gözler, konuşan adam kim, neyin nesi? kaba sözler insanın kalbine tok bir sesle oturan soruları nasıl taşır? yoksa sevmek bir insanı, tüm ağırlığı kitaplarda var olan, satır satır anlatılan sinirli tanrının tek bir emriyle var etmesi gibi yok edebilir mi soruları?

"adım jimin, değil mi?" yok etmez, ama kenara köşeye itilebilir.

anlamsız bakışlar, yeni sorular üretiliyor, zaman geçmiyor ama. jimin gibi değil. o, soruları sormak için var ediyor. jimin gibi değil. onun için sorular koca bir yük değil.

"yok safari." gülüş gülüş ve gülüş. "adının jimin olduğunu unuttun da mı ağladın? makyaj akmış bir tık ama hala güzelsin, sorun etme."

ben mi güzelim diyor içinden jimin, ben mi? ne için güzelim ve makyaj yapmak günah değil midir erkeklere? yanlış değil midir? çok ayıptır, annenin delirmeleri ve küçük çocuğun boğazına yapışan elleri gibi. komşular çok ayıplar, ama annenin nedeni erkeğin yüzünü renklendirmesiyse, annenin çocuğun boğazını bırakması gerekir. çocuğu merdivenlerin girdabının minik boşluğunda tutarken. bırakırsa, çocuk ölür, komşular alkışlar. erkekler makyaj yapmamalıdır.

"silmem gerek." annem beni öldürür. komşular sevinmesin.

"abartma canım, şimdi iki dakika kalmıştır. koşarsak yetişiriz, koş."

elini saran koca elle neye uğradığını şaşırmak fakat koca elin parmaklarına tutunmak çok kolay, en basit olan şey, uyum sağlamak. aslında nereye varacakları hakkında birkaç soru sormakta hiç zor değil, zihni çalışıyor, ağzı da çalışıyor, fakat bir şey var.

"bilirsen bozarsın kuralı. korku."

nefes nefese kalmış iki adam, bir tanesinin bedeni dimdik, diğeri yamulmuş, koca elleri dizlerinde. sırtı inip kalkıyor, yüzü açıkta değil fakat jimin emin, burnu dünyadaki tüm nefesi içine çekmek için kocaman açık. mümkün değil fakat bu bir ihtiyaç, devam edebilmek için. dakikalar öncesindeki nefes alışı farkediş, yine bilirsen bozarsın.

"feci oldum, çok feci." nefeslenme. "bilirsen bozarsın'ı bize ulu orta yerlerde söylemeyin diyorsu-" son kelime adamın içine kaçtı. "sanki grubun ismi değilmiş gibi." doğruldu. "korku ne alaka, yeni bir şeyler mi yazıyorsun yoksa?"

insanın gizlisi saklısı, ona ait olan o önemli şey sayesinde ortaya çıkar. eğer memnun değilseniz durumdan, memnuniyetsizliğinizi oradan çıkıp giderek değil, yüzünüzü buruşturarak gösterirsiniz insanlara. çünkü güç demek, kalabilmektir. fakat içteki o gitme arzusunun alevleri tepki vermeye zorlar. gidemeyenler ve aynı anda kalamayanlar, yine aynı anda yüzünü bile buruşturamayanlar yazarlar. bir hedef doğrultusunda ilerlemenin güç olduğu, sandalyeye bağlanıp yalnızca zihninin haraket halinde olduğu yazma durumu, bu insanlar için kaçıştır, gidiştir, kalıştır ve yüz buruşturmaktadır. yazmak diğer şeylerden ayrı değildir, herkes gibi olmadığını, farklı olduğunu hissetirse de sadece güçsüz olduğunun farkına varmanı sağlar. çünkü diğerlerinin haraketleri hayatı, senin haraketlerin defteri etkiler. birkaç satırdır ilk, sonra günler geçer, sayfalar kaybolmaya başlar. geriye bakamazsın, geriye bakmaman gerekir. çünkü hiçbir değişimin olmadığını görmek, ölümden beterdir.

kalem, defter, parmak. seni çabalıyor olarak bilenler bir tek bunlardır, defterinin üzerinde bulunduğu masa bile anlamazken yaptıklarını, kimden medet umarsın?

jimin kimseden medet ummayıp on altı yaşında bıraktı yazmayı.

"yazıyor muyum?"

artık büyük, gerçekten bir gariplik olduğunu belli eden ses tonu, öyle bir bakış ki adamın attığı, jimin ağzını açmamayı dilerdi. garipliğin hissedilmesi daha zor geldi cevapsız kalmaktan, gücünden omzunu yaran sorulardan.

"kullanmadın değil mi bir şey? söz vermiştin. enayi gibi inandım ben de," hayal kırıklığı içeren sahte gülüş. "şu sahne işi olmasa-" içeriden jimin'in adı iki kere seslenildi, adam sustu.

sonrası hızlıydı. fakat bir an, herkesin kendisine delirmiş gibi geldiği ve ne olduğunu şaşırdığı sahne öncesi telaşın aklındaydı. etrafta iki sert kadın, elleri kolları eşyalarıyla bağlı. en yakın arkadaşı dışında kimseyi tanımıyor, dünya sanki gerçekten kafası iyiymiş gibi onun için karmaşık bir rüya, fakat bir an, her şeyden değerliydi.

o an rutubet koktuğuna emin olduğu mekana girişin olduğu siyah kapıyı üç kere tıklatıp jimin'i peşinden sürükleyen ve bir dolu sorunun cevabına sahip kişiyle başladı. kapı açıldığında sertçe jimin'i içeri iterken kalın sesi jimin'in bir kelime bile anlamadığı bir dilde söyleniyordu. jimin nefes aldı, meçhul bir gelecek ve adını bile bilmediği bir adam. yapılması gerekenler diye bir şey yoktu, yalnızca yapılanlar vardı. ve ağzını ona soru sormak için, o an, son kez açtı.

"adın ne?"

şaşkınlık dolu bakışlar, her şeyi duymuş, görmüş lakin ilk defa bu soruya maruz kalan bir meraklı. olan şeyin kullanılan bokun etkisi olmadığına dair şüphe tohumları kalbine yerleşmişti.

"taehyung, kim taehyung. en yakın arkadaşın."

gerçeği yok edersen gerçeğini var edersinWhere stories live. Discover now