9. Bölüm

13.5K 623 35
                                    

Kafamı bir yere vurmam ve onun sebebi olan acı ile gözlerimi aniden açtım. Güneş ışığının rahatsız edici etkisi gözlerimi yakarken yüzümü memnuniyetsizlikle buruşturdum. Hiçbir zaman güneşi sevememiştim, insanlara enerji verirken benim enerjimi çekiyordu sanki. Güneş ışığı beni yoruyordu, çünkü aydınlıkta her şey gün yüzündeydi ve bundan nefret ediyordum. Hiç kimseden saklanamıyordunuz, hiçbir şeyi, duygularınızı gizleyemiyordunuz. Her şey apaçıktı, ortadaydı. Ve herkes bu apaçıklıktan nasibini alıyor, düşmanının zayıflıklarını çıplak bir gözle daha net olarak görüp oradan vurabiliyordu. Aydınlık bilgi demekti, ilimdi. Ve ben bilgidense yaşanmışlıkların, tecrübelerin doğru olduğunu öğreneli uzun zaman olmuştu. Güneş ışığı faydalıydı, değil mi? Herkes öyle düşünüyordu en azından. Ben dışında, her zaman düşünceleri bakımından herkesten farklı düşünen ve hep bu yüzden aşağılanan, yalnız bırakılan, dışlanmış ben dışında...

Güneş ışığının faydasından çok zararı vardı belki de. Koskoca yemyeşil bir ormanı yakıp, küle çevirebiliyordu, bu bir ziyandı. O ağaçların gölgesinde kendini düşünmeye adamış bir çok insan oturacaktı belki ileride. O ağacın bir dalında hayat ipini asıp kendi yaşamına son verecek ümitsiz bedenler sallanacaktı. Güneş ışığı buna olanak tanımıyordu ve bana göre bu yüzden zararlıydı.

Bedenimizi aydınlatıyor ve düşüncelerimizi gölgeliyordu. Düşünemiyorduk bazen, sayısız kere düşünüp her seferinde yeniden gözyaşlarımızı akıtacağımız düşüncelerimiz güneş ışığının yakıcı etkisinde canlılığını yitirip sönüyordu.

Güneş, karı eritiyor, her kar tanesini özenle indiren meleklerin de yaşamını eritiyordu böylece. Nerden bilebilirdik; belki o meleklerden biri de indirdiği kar tanesine umutlarını yerleştirmişti. Bir başka melek hayallerini üflemişti kar tanesine. Bir diğeri mutluluk iksirinin gizli formülünü fısıldamıştı. Sevgilerini örmüşlerdi kar tanesinin her bir molekülüne...

Belki de bu yüzden sevemiyoruz biz, sevgi meleğimiz öldü. Belki bu yüzden hayallerimiz hep suda boğuluyor, karımız eridi. Belki de bu yüzden mutlu değiliz, mutluluğumuzun fısıltısı rüzgarda kayboldu.

Arabanın ön koltuğunda kafam cama yaslı bir şekilde uyuyakaldığımı farkettim. Arabaya geldikten sonra ne ara uyuduğumu, ne kadar süre uyuyakaldığımı hatırlamıyordum. Beynimin o kısmında büyük bir boşluk vardı.Büyük ihtimalle araba bir kasise girmiş ve bende cama yaslı olan kafamı sertçe çarpıp uyanmıştım, çözüm basitti. Umrumda da sayılmazdı.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum yan koltuğumda araba kullanan Arden'e.

Yola bakmayı sürdürürken direksiyon hakimiyetini tek eline aldı ve diğer eliyle vitesi değiştirdi. Araba motorunun sesi değişip hızlanırken hala bir tepki vermemişti.

"Duymadıysan diye söylüyorum. Bir soru sordum."

Gözlerini yoldan ayırmadan, " Fark etmediysen diye söylüyorum, umursamadım."

Umursamaz tavırları sinirimi bozsa da fark ettirmemeye çalıştım. O ne kadar sinir bozucuysa ben de bir o kadar ısrarlı olabilirdim. Yani umarım. Sinir bozuculukta kendime güveniyordum bir nevi. Arkadaş grubumun bile en dışlanmış üyesi olarak sinir bozucu olmak pek zor değildi benim için. "Bana nereye gittiğimizi söylemek zorundasın." dedim kararlı ifademden bir an bile taviz vermeyerek.

Dudaklarında bir tebessüm belirir gibi gördüm önce, sonra ise bu tebessüm alaylı bir sırıtışa dönüp efsanevi güzelliğini yitirdi. Birazcık. Bana döndü kısa bir an, gözleri gözlerimi buldu. Kahverengileri farklıydı bugün. Dün geceki sert tavrı yoktu. Koyu değildi, daha yumuşaktı ama... Dağınıktı, farklıydı. Her zamanki gibi karmakarışıktı.

Acı Kokan PapatyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin