HAZIRLIKSIZ GERÇEKLER-BÖLÜM DÖRT

126 32 159
                                    

   Garipti. Son zamanlarda bu kadar duygusal olmam benim için çok garipti. Nedendir bilmiyorum ama o kadar zayıf biri olmasam da çabuk yıkılmıştım. Üst komşum Nida bana öyle acıyarak bakıyordu ki kendimi bu hâle getirdiğim için çok öfkeliydim.

   Bir doktara mı görünmek gerekiyordu, bunu seve seve kabul etmiştim bile. "Dila, iyi misin?" Ne kadar çok sorulmuştu son zamanlarda bu soru. Benim iyi olduğumdan değilde kendi vicdanlarını rahatlatmak adına sorulduğuna da kalıbımı basardım.

   "Senin için fark eder mi?" Uzun ve içi su dolu olan bardağı sanki günlerdir su içmeyen biri gibi bir anda içmeye başlamıştım. Nida bana deli gözüyle bakıyordu. Belki de haklıydı.

  "Bilmem. Sen fark etmesini ister miydin?" Düşündürücü bir soru yöneltince düşünmeye başladım. Gerçekten fark edip etmemesini ister miydim? Cevaplamamı isteyen bir bakış atınca derin bir nefes verdim.

   "Bilmem. Aslında son zamanlarda kendim için iyi olan çoğu şeyi yapmadım. Benim için fark etmiyorsa senin için fark etmesinin bir önemi var mı? Sanmam." Ayağa kalktı ve sanki içinde tuttuğu öfkeli bir nefesi dışarı bıraktı. Gittiğini düşünürken mutfağa girdi. Çöp doldurduğum poşeti aldı ve kapıyı açtı. Giderken çöpümü de atıyordu. Gerçekten çok faydalı bir komşuydu. Benimle kıyaslanamayacak kadar faydalı.

   Kaldırdığım koltuğa -korkuyla devirmiştim- tüm sırtımı verip başımı geriye attım. Şu kitap ile ilgili olanları Nida'ya anlatmayı ne çok isterdim. Adını unuttuğumu anlayıp, söyleyecek kadar düşünceli ve akıllı olan Nida'ya.

   Neredeyse on dakika olmuştu ve ben hiç kıpırdamamıştım. Boynumda ki uyuşukluk gitgide rahatsız etse de Aylin gibi durmak hoşuma gitmişti. O gece put gibi durup, bana hiç yardımı dokunmayan, hayatımın içine eden Aylin'in. Anahtar sesi ile  başımı hızla kapıya yönelttim. Bu sesi beklememek bir yana dursun ki kimin geldiğinden bile emin değildim. Sonuçta bu evin anahtarı sadece ben de vardı. Ayrıca evi Aylin ve birkaç komşudan başka kimse bilmiyordu. O kadar hızlı ayağa kalktım ki gözlerim karardı. Buna rağmen salonun kapısına kadar yürümeyi başarmıştım.

   Kapıda bana gülümseyerek bakan kişi Nida'ydı. Gözlerim dikkat çeken dolu bez torbalara takıldı. Bez torbalar o kadar renkliydi ki kolaylıkla fark ediliyordu. Nida'da başka varsa alabilirdim. Kesinlikle favori alışveriş çantam olacaklardı. Bu haldeyken bile her zaman başka şeyleri düşünmeyi nasıl başardığım hakkında en ufak fikrim bile yok.

   Anahtarı kapının girişinde olan askılığa takınca nereden aldığını anlamam zor olmadı. Mutfağa ilerlemeye başlayınca ben de o yöne doğru ilerledim. Torbaları masaya koyup boşaltmaya başladı. Mutfak dolabından tencere aldı. Yemek yapacağını da anlamış oldum. Bu kadar basit düşününce kendimi tam bir aptal sanmaya başlamıştım. Beni hakaretlere alıştıran o korku kitabını gördüğüm yerde boğmalıydum.

   Eh, aptalsın zaten. Defalarca söyledim. Ve boğmak konusuna gelince, bir ara bakarız.

   En az benim kadar aptal olduğunu düşündüğüm seste kadroya dahil olmuştu. Bunları Nida ile paylaşmaya kesin karar vermiştim. Tek yapmam gereken ne kadar zor da olsa doğru sözcükleri bularak en basit yoldan anlatmaktı.

   Sana inancağını mı sanıyorsun? Vazgeç bundan. Beni boğmak bile  inan daha kolay olurdu.

   İnanıp inanmaması beni ilgilendirmiyordu. Çünkü benim de duyduğum sese olan inancım yoktu. Bir sandalye çekip oturdum. İçeri de telefonumun zil sesini duyunca tekrar ayağa kalkmak zorunda kaldım.

   Arayan kişi doktor arkadaşım olan Gamze'ydi. Onunla şu an konuşmayı hiç istemiyordum. Ağır bir durum güncellemesi isteyecekti. Kaybettiklerim zaten yeterince ağırdı.

Zamanın Tozlu Rafları (+18)Where stories live. Discover now