ÖLÜME ZAMAN-BÖLÜM ON DÖRT

33 14 16
                                    

   "Bir masalın içine de düşebilirdim? Ne bileyim belki prenses falan olurdum."

   Fatih kolasından bir yudum aldı ve gülümsedi. "Doğru," dedi bir parmağını bana doğrultarak. "Ama atladığın bir şey var."

   Kaşımı havaya kaldırıp ne dercesine ona baktım. Biraz gülümsedi ve masaya doğru yaklaştı. "Eğer doğru kişiyi bulursan, siz kendi hikayenizi yazarsanız. O prens, sen de prenses olursun." dercesine geriye çıktı. "Ve her prenses o kabarık elbiseler içinde o balodan bu geziye doğru gidip gelmezler. Savaşçı prensesler de vardır Dila."

   "Ve onların aşıkları. Mükemmel eş adayları." boş kola bardağıma bakmaya koyuldum. Eğer yanınızda sevdiğiniz kişiler varsa yaşadığınız acılar daha bir katlanır oluyordu.

   "Bu mükemmel eş adayı kavramını unutturma, yakın bir zamanda ona atıfta bulunabilirim." diyerek bana göz kırptı. Yeşil gözleri geleceği iple çeker gibi parlıyordu. Bazı şeylerden emindi ama ben bunları bilmiyordum. Ve ona ne kadar güvendiğim konusuna gelirsek, bu konuda da bir fikrim yoktu.

   Yaralarımın sahipleri hep güvendiğim kişilerdi. Ama şimdi geriye dönebilsem yaralarımı bile onlara vermez, ben sahiplenirdim.

   "O zaman prenses, hazırlan da çıkalım. Zaman az ama yapılacak iş çok." dedi ve biten bardağını masaya bırakarak uzaklaştı. Her şey hazırdı zaten, son işlerimi de yaparak kapının önüne geldim.

   Hepimiz güneşli havanın eşliğinde planımız doğrultusunda ilerlemeye başladık.

&

   Evden çıkalı bir saat olmuştu. Ona rağmen kalp atışlarım yeni yavaşlıyordu. Her bir yaşanmışlığı duvarlarında taşıyan evleri, bazen arkamızdan gelen çığlıkları, önümüze saldırmak için çıkan kişileri öldürerek arkamızda bırakıyorduk. Arada elim istemsizce güç almak adına kolyeme gidiyordu. Hayır, kesinlikle sakin değildim.

   Yanımda bulunanlara güvenmek zordu. Kim daha tanımadığı üç beş insana güvenirdi ki? Bunlardan biri kesinlikle ben değildim.

   Yolculuk zordu çünkü ben hem uzaktan hem de yakından gelecek tehlikelere karşı kendimi hazırlamak zorunda kalıyordum. Kırmızı ve bej renklerinde bir evin önünde durduk. Pencereye yapışmış insan yüz derileri yüreğimi ağzıma getirirken, kafamı çevirdim.

   Burada doktor olmam hiçbir fayda sağlamıyordu. İnsanların organlarını hayat kurtarırken görmek başkaydı, onlar ölürken dışarıda görmek başkaydı. Ve yüz derilerini.

   Ali, yeniden kendinden geçer gibi olmaya başlayınca yüzüne tokat yedi. Bu onu şoktan çıkarırken kadın bana baktı. Yüzü gereksiz şekilde gerilmeler yaşarken, diliyle dudaklarını ıslattı. Fatih birkaç ev sonra güvenli bölgeye geleceğimizi haber vererek yolumuza devam kararı aldırdı. Sorgulamak istiyordum, deli gibi neden bu yoldan ya da diğer yoldan değil diye sorular sormak... Ama ben bir kere bu fantaziye inanmıştım.

   Çok değil üç beş adım sonra kırmızı evden kocaman bir çığlık yükseldi. Olduğum yerde öylece kaldım. Orada birinin yardıma ihtiyacı vardı, zamanında benim ihtiyacım olduğu gibi. Hiç yokmuş gibi geçmek kendimi kötü hissetmeme sebep oldu. Birileri benim çığlığımı duyup, basıp gitmiş olması da üzücüydü elbette. Ancak herkes ben değildi ki girip, cinayet işleyerek kurtaracak. Fırındaki cinayetim dün gibi aklımda duruyordu.

    Yüzünün yarısı sallanır şekilde cama vuran biri vardı. Saçları çoktan olay yerini terk etmişti. Geriye sadece kurumuş kanlar kalmıştı. Arkasından kafasına doğru gelen darbeyle pencerenin önünde yok oldu.

Zamanın Tozlu Rafları (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin