IV

108 16 195
                                    


Bölüm "Hücre"

"Bazen yer ile göğü katleden o tek kişiye ait rolü oynamak istersin."

Miss Carnaval.

...

Karaca'nın Dudaklarından,

Eve gidiyorduk. Onun evine. Ev fikrini genel anlamda sorgulamak istemiyordum sanırım. Özellikle o şaibeli telefon görüşmesinden sonra önüme ne çıkarsa ondan sağ çıkmak şimdilik benim için yeterliydi. 

Gece'nin ya da diğer bir adıyla Bjorn'ün, onun vahşi adamının gerçekten bir Viking olma ihtimali vardı; kim olduğunu, nasıl bir insan olduğunu, iyi mi kötü mü, onunla ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. Oldukça göze batan ağız sulandırıcı üst bedeni dışında, çıplak üste bedeni hakkında yüzeysel derinlikte bir bilgiye sahip olabilmiştim.

Onun çıplak tenine dokunmuş, onu okşamış ve ona sahip olmayı arzulamıştım. Bunun açıklayabilceğim mantıklı bir sebebi yoktu. Öylesine içimde yeşerip duran kontrolsüz bir hazdan bahsediyorduk.

Bir başkası düşüncelerimin içine bir dalıp çıksa beni, dehşet verici seviyedeki çarpık zihniyetli bir sapık ve bir anlamda sosyopat temalı ve yahut benzeri anlamda kişilik bozukluğu olan dengesiz ruh değişim durumlarına sahip biri olarak kolayca değerlendirebilirdi. Elbette başkalarının ne düşündüğünün bir önemi yoktu fakat dış görünüş, sözüm ona normaller adına, benimle ilgili bir karmaşayı temsil ediyordu.

Gece benden çok farksız biri değildi. O, yalnızca işine gelene göre fazla rahat işine gelmeyene aksi, huysuz ve agresifti, basitçe gönlüne göre takılan bir barbardı. Öte yandan ben onun aksine despot, ketum ve geçimsiz biriydim. İşime gelse de gelmese de. İnsan olduğu kimliği alsa da satsa da ortaya çıkan farktan kendine bir halt çıkaramazdı.

"Eve dedin? Gittiğimiz yer gerçekten bir ev mi yoksa bir çeşit hapishane falan mı? Telefondaki adamın o yer için hücre dediğini duyduğuma eminim," diyerek sohbeti başa geri sardım.

"Hapishaneye benzer bir tarafı pek yok değil ama süprizi kaçmasın diye söylemeyeceğim," diye söylendi kendi çapında benimle eğlenerek.

"Keyfin yerinde," diye mırıldandım ona doğru.

"Olmaması için hiçbir sebep yok, kadın," dedi bilmiş bilmiş.

"Bilmiyorum sence de garip değil mi?" diye mırıldanarak. Daha çok kendi kendime konuşuyor gibiydim çünkü onun beni ciddiyetle dinlediğinden şüpheliydim.

Gülerek "Ne?" diye sordu.

Beni asla kaile almadığını ve kendi kafasına göre takıldığını ona dışarıdan bakan herhangi biri kolayca söyleyebilirdi.

"Düşünsene dün gece kapımı kırıp evimi istila ettin. Beni öldürmekle tehdit ettin. Beni sana yardım etmem için tehdit ettin. Sonra yine beni öldürmekle tehdit ettin. Sırasını karıştırıyor olabilirim belki ama sonra ben senin sırtını yanmış pestile çevirdim ve beni bunun için de tehdit ettin. Sonra yatağımda uyudun. Sabah oldu hiçbir şey olmamış gibi davrandın. Ben de senden faksız değildim ama sence de bu durum biraz garip değil mi? Yani ne bilim, ne ben ne de sen birbirimiz hakkında zerre kadar fikre sahip değiliz. Ama aynı arabada oturup sohbet edebiliyor, birimizin bilip birimizin bilmediği bir yere doğru yolculuk yapıyoruz ve kimse konuşmuyor, soru sormuyor. Sanki olup biten her şey normalmiş gibi. Bu normal mi?"

Buna karşılık bana "Kadın, derdin normal olmak mı?" diye sordu. Tüm söylediklerimin üzerine bir de "Seni o kadar tehdit etmedim," diyince bende arterler koptu. Onun bu umursamaz, ukala tavrını tamamlayan lacivert gözlerin boş ışıltısı bana yansıyordu.

KIMSESIZ KOPEKLER HANESIWhere stories live. Discover now