Episode 4: "Dalgın ölü."

188 14 42
                                    


{Ghost- Mary On A Cross}

....

28 Eylül 18.25:

Tanrı korktuğumu biliyordu. Tanrı içten içe nasılda can verdiğimi görüyor halime ağlıyordu. Hayatımın enkazının kaydını tutuyordum. Yıkık dökük bir bedenden ibarettim yalnızca.

Kayısı rengi güneşten kopan ışıklar balkonumun mavi demirliklerinden dalga dalga sızıp odamın içerisini aydınlatıyordu. Bu odayı gün batımında daha da çok severdim. Fazla yüksek evlerin olmamasından ötürü güz vakti göz alıcı bir manzarayı ağırlardı küçük balkonum.

İki odalı küçük evime rağmen evimde en sevdiğim yer diyebileceğim bir yer var ise bu bu oda ve balkonum olurdu. Bu odanın dili olsa şahit oldukları için arafta bir mahkemenin duvarları arasında Taehyung ile bulandığım günahları düştüğüm şehvet denizlerinden bahseder ve cehennem de bana bir köşkün hazırlatılmasına ön ayak olurdu.

Plaktan çalan Girl in red'in 'We fell in love in october.' Şarkısı tüm odadı kısık bir ses eşliğinde dağılırken aniden parmağımda bir acı hissetmiştim o sırada ki daldığım yerden aniden sıyrılarak bakışlarımı parmağıma çevirmiştim.

Sigaram parmağımı yakmıştı çünkü onu yaktığımı dahi unutmuştum.

Öylesine dalgındım ki, şairin de dediği gibi öyle bir uzaklardaydım ki kabrimin yanından geçerken düşürse mendilini kalkıp verecek olur, öldüğümü unuturdum. Öylesine dalgın bir ölüydüm bu vakit.

Kendi kendine yanıp giden sigaradan kalan izmariti oturduğum yatağımın yanındaki şifonyerin üzerinde bulunan camdan küllüğe bastırmıştım. Fazlasıyla keyifsiz olduğum aşikardı ki ne yapsam bana zevk vermeyecek gibi hissediyordum. Hayata karşı olan hevesimi yitirmek istemezdim.

Ben her zaman aklımdan geçirdiğim gibi tekrardan ben olmaktan çıktığımı aklımdan geçirmeden edemedim. Açtım. Bir şeyler yemem gerekiyordu, fazla sigara ve içki tüketmiştim ki yemek yememeye biraz daha devam edersem düşüp bayılacaktım.

Sabah Yoongi Hyungdan bir arama almıştım, yanıtladığımda ise bana çok yakın bir arkadaşının yat partisi düzenlediğini ve kendisinide davet ettiğini söylemişti ki sonrasında ise bir arkadaşınıda getirip getiremeyeceğinide sorduğunu ve arkadaşınında bunu kabul ettiğini söylemişti. Ve yanında götürmek istediği arkadaşı da ben oluyordum. O an bu eski ben için fazlasıyla kopmalık bir teklif iken partilere bayılan ben ona gelmek istemediğimi söylemiştim ama biliyordum ki parti vakti geldiğinde evimin önüne gelip beni ısrarları sonucunda o partiye götürecekti.

Lüks kokan kokoş zenginlerin şatafatlı ev partileri, yatlar, barlar, gazinolar, insanların adını telaffuz dahi edemediği kalite kokan içkiler, yüksek sesli bas müzikler, kokain, mariana ve daha fazlası bir zamanlar gözümde fazlasıyla ilgi çekiciyken şimdi sadece bir kaç basit unsurdan ibaret görünüyordu gözüme.

Berbat hissediyordum. Hayattan böylesine soyutlanıyor olmak berbat hissettiriyordu ve ben düştüğüm durumun farkında olmama rağmen tek bir eylemde bulunamıyordum.

Yaz havada, cennet ise dünya da bir yerlerde tam da zümrüt yeşili zehiri gözlerinin içerisindeydi.

Bana bu zamana kadar bir çok duyguyu barındırarak bakmış olan gözleri aklımdan çıkmıyordu.

Dışarıdan yükselen ufak tefek bağırış ve tartışma seslerini işitebiliyordum. Oturduğum tekin olmayan mahallenin karmaşası kulak kıkırdaklarımda anadan doğuyordu.

Paraya ihtiyacım falan yoktu daha fazlasına sahiptim, zengin piçinin tekiydim. Asla buna inkar edemezdim. Babam fazlasıyla zengindi bir kere. Ama kimseler servetimden haberdar olmazdı, ben hep paranın insanlar için kişilikten daha cazip göründüğünü var sayarak zenginliğimi örter, beni asıl kişiliğim için olduğum kişi için seven insanlar arayışına girerdim.

Un Rêve De Mandarine || TaekookWhere stories live. Discover now