22. O ölmedi🥀

779 50 10
                                    

Sonunda uçaktan iinmiştik

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Sonunda uçaktan iinmiştik.
İstanbul'a değil de direk olarak Bursa'ya gelmiştik. Pars bizi kendi uçaklarından biriyle göndermişti. Gerçekten o adamı çok sevmiştim. Giderken telefon numarasını bana vermişti. Ne olursa olsun kendisini aramamı söylemişti."Bir şey olmasını bırak,
tek şeyden korksan ilk beni arıyacaksın.
Artık sende bu aileden birisin Çiçek,
benim kız kardeşimsin." demişti. Pars bu cümleleri bana kurduğunda gözlerimdeki yaşlara engel olamamıştım. Bana bir abi edasıyla sarıldı ve kulağıma"Artık kimsesiz
değilsin küçüğüm."demişti.

"Sürekli dalıp gidiyorsun uzaklara."
Aksel'in sesini duyduğumda gittiğim uçsuz bucaksız düşünce okyanusundan yüzerek kıyıya ulaştım.Bursa sokaklarında arabasını süren Aksel'e çevirdim başımı. Bana meraklı bir şekilde bakıyordu.
"Pars'ı düşünüyordum. O çok iyi bir adam, iyi bir abi."dedim dışarıya bakarak.

"Evet iyi bir abidir. Bana çok iyiliği dokunmuştur." sadece başımı salladım.
Yağmur yağan caddeleri izliyordum.
Bizim yurdumuzun olduğu semte birkaç sokak kalmıştı.
"Şu sapaktan döner misin?" diyerek işaret ettim.

"Tarif ettiğin mezarlık o tarafta değil Çiçek."
demişti.

"Biliyorum, sadece bir yere uğramam gerek."Beni taklit edip başını salladı.
Sapaktan döndüğünde nehir kenarı gözler önüne serildi. Büyük ağaçlarla bezelenmiş yeşiliklere gelince Burada durur musun?"
dedim. Araba anında durmuştu.
Şiddetli yağmura aldırmadan arabadan hızlıca indim.

Koşarak nehir kanarına vardım.
Bizim her zaman oturduğumuz yaşlı çınar ağacı yerinde sapa sağlam duruyordu.
Parmaklarımı gövdesinde gezdirdim.
"Merhaba kaybolan yıllarım." dedim yaşlı çınar ağacına. Elime dokunan parmaklarla arkamı döndüm. Bana bakan mavilikler buğulanmıştı. Saçları anında ıslanmış, uçlarından nazlı, nazlı yağmur damlaları süzülüyordu. Yüzünden akan yağmur damlaları keskin yüz hatlarından kayıp dudaklarında son buluyordu.

"Hasta olacaksın, arabaya geri dönelim."
dedi düz bir sesle. Onu ağacın altına çekiştirdim. Nispeten ağaç bizi şiddetli yağan yağmurdan koruyordu.

"Burada durarsak fazla ıslanmayız. Söz sadece kısacık duracağız. " Hâlâ elim elindeyken onu ağacın dibine oturtum. Elimi elinden çektim ve ağzımın iki yanına koyarak bağırdım. "Adamıııımmm?!"

bir sesin gelmesini bekliyorum ama gelmiyordu.

Aynı sesle bağırarak nehre doğru konuştum.

"Birbirimizi bulamazsak buraya geleceğimize söz vermiştik. Ben buradayım,
sen neden yoksun?" ağladığım yağan yağmur nedeniyle belli olmuyordu.
Aksel tekrar elimi tuttu sıkı, sıkı.

Çenemi parmakları tuttu ve beni kendine çevirdi. Gözleri, Allah'ım gözleri neden böyle bakıyordu? "Burası, burası onunla benim en sevdiğimiz yerdi. Onun ölümüne alışamıyorum ben Aksel." kollarını bana sardı aynı şekilde sıkı, sıkı. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi.
Dudaklarını kulağıma dayadı.
"Artık gitmemiz gerek." başımı salladım ve elini tutarak kalktım. Beraber koşarak arabaya bindik. İkimizde su içinde kalmıştık.

Arabayı çalıştırırken bana bakıp gülümsedi.
"Mezarlıktan sonra bir otele gidelim.
Yarın ilk uçakla İstanbul'a döneriz." dedi.

Sanırım en iyisi buydu. Bu yağmurda tekrar yola çıkamazdık. Her zaman olduğu gibi başımı arabanın camına yaslayarak kolyemi tuttum. Birkaç buse kondurduktan sonra kazağımın içine geri soktum.

On dakika süren yolculuğun ardından kocaman kimsesizler mezarı yazan yere gelmiştik. İçim eziliyor, ruhum sıkılıyordu sanki. Derinliklerde bir yerde parçalanan hangi yıkılmış ümitlerin eseriydi?
Kaç kez İncildik, kaç kez yaralandık yıllar boyunca?
Gülü seven dikenine katlanır diyorlar,
sen ne gülsün, ne diken.
Sen kalbimin orta yerinde cansız bedeninle yatan küçük bir çocuksun.
Umutları, hayalleri darmaduman gökyüzüne savrulmuş bir çocuk.
Arabadan indiğimde yürüyen ayaklarım bana değil sana ait. Hızlanan kalbimin sesini işitiyor musun?
Benim gibi üşüyor musun söyler misin?
Geldiğimi, sana geldiğimi görüyor musun?

Nasıl da ezberlemiş yüreğim kabrini?
Nasıl da hiç konuşmadan sana çıkan yolları biliyor bütün benliğim?
Yanımda duran bedene yirmi yaşına basmış kadın meftun. Sana ise altı yaşındaki o küçük kız çocuğu. Seni atamam içimden,
Koparamam.

Bak yine seninle konuşa, konuşa geldim.
Bak yine diz çöküyorum toprağına.
Bak, bak artık. Avuçlarıma yine senden birkaç tutam alıp cebime koyuyorum.
Kokun bende, bir tek bende saklı kalsın diye. Bugün kar yağmıyor seninle koşuşturduğumuz sokaklarda, caddelerde, nehir kıyısında. Peki neden içim buzul çağında kalmışım gibi soğuk?

Yanımdaki bedene aldırmadan geçen sefer yaptığım gibi mezarının üzerine kıvrıldım.
Saçlarını okşar gibi sevdim toprağını.
Aksel elinde tuttuğu şemsiyeyi açtı ve baş ucunuza koydu. Ufaldıkça ufalıp kaldım.
Oysa ikimize bir şemsiye yetiyormuş,
neden sığdıramadı bu dünya seni kendine?
Oysa minicikmişsin, ufacıkmışsın.
Neyine istemedi seni bu kadar yanımda?

Titrerken dudaklarıma engel olamadım.
"Adamım."

"Bir ses vermiyişinden nefret ediyorum.
Yanımda olmayışından, soluklarını duymadığım her bir andan nefet ediyorum.
Sana geldim işte, kalk sarıl bana."

Ağlarken gülümsedim.
"Kalk gökyüzüm de.
Kalk saçlarımı çek mesela.
Kalk istediğin kadar kızım de bana, sesimi çıkarmıyacağım söz veriyorum. Lütfen kalk lütfen." yine ses yoktu. Aksel ise yanımda durmuş boş gözlerle mezara bakıyordu.

Tekrar avuçladım toprağını, burnuma götürüp uzun, uzun kokladım ondan geriye ne kalsıysa. Yağmurla karışmış olan toprak kokusu tüm benliğimi sarsarak şiddetli bir şekilde ağlamama sebep oldu.
Kendimi mezarından aşağıya çektim ve oturdum. Elim hâlâ burnumun üstündeydi.
Toprağının kokusunda takılı kalmıştım.

Aksel bileğimden tutup beni kaldırdı.
Belimden yakalayıp beni kendine çekip sarıldı. "Buradayım, ben buradayım." dedi.
Elimdeki toprağı yumuşacık bir şekilde avuçlarımdan aldı.
"Üzülmene dayanamıyorum. Neden anlamıyorsun be kızım?" dedi. Ne dediğini anlayamıyordum ama ona sarılmak bana çok iyi geliyordu.

Aynı zamanda daha kötü ağlamama sebep oluyordu. Kalbim mezarının içimde yatan küçük bedende, aklım kollarının arasında olduğum adamda."Seni böyle görmek beni kahrediyor."dedi sesi çok derinlerden geliyordu. Benden ayrıldı ve sağ elimde olan toprağı şiddetle benden çekip aldı.
"Bir daha buraya gelmeyeceksin!" diyerek bağırdı.

İlk başta bana bağırdı için korkmuştum,
fakat ne dediğini sonradan idrak etmiştim.
"Sen ne diyorsun? Ne yaptınığını sanıyorsun? Nasıl onu toprağını alıp yere atarsın?!" diyerek tüm mezarlıkta bağırdım.
Burnumun ucuna girdi ve aynı şekilde cevap verdi şiddetli yağan yağmurun altında.

"Bomboş bir mezar için ağlaman içimi yakıyor anlamıyor musun?"

İşaret parmağımı suratına doğru salladım
tehdit vari bir şekilde.
"Bana evini açtın diye, Yurt dışına götürdün diye, fazladan maaş verdin diye bana her istediğini söyleyemez, onun için boş diyemezsin!"dedim ve ağlayarak arkama bakmadan mezarlıklık içinde koşmaya başladım.

Koştukça koşuyor, arkamdan geldiğini hisedebiliyordum. Sonrasında durmama yetecek, beni olduğum yere çiviliyecek cümleyi bağıra, bağıra söyledi.

"O mezarın içi boş Çiçek, o ölmedi!"

/Bölüm sonu/

Bölüm biraz kısa oldu biliyorum ama
Bu aralar çok yoğun bir şekilde çalışıyorum. Kusura bakmayın lütfen diğer bölümde telafi edeceğim.

K A M E L Y A  Ç İ Ç E Ğ İHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin