Bölüm 4 | Fırtına Öncesi Sessizlik

120 11 47
                                    

Havaalanına iniş yaptığımızda vakit kaybetmeden bir taksi tuttuk. Taksiye biner binmez etrafıma bakınmadan kollarımı birleştirdim ve bıkkın bir tavırla gözlerimi kapattım. Beyaz, merak dolu olduğu ve ilk kez geldiği bu şehre karşı hevesini gizli tutamayarak taksici adamla hızla derin bir sohbete koyulmuştu. Küçüklüğümde yalnızca bir kez getirilmiş olduğum bu şehre ayak basmış olmak hiç hoşuma gitmiyordu. Gri ile aramızda Nihan’ın oturuyor olmasına karşın, Gri’nin endişe dolu bakışlarını Nihan’ın sarı saçlarının ardından hissedebiliyordum. Fazla belli ediyor olmalıydım. İçimin bu denli sıkılıyor olması sinirlerimi geriyordu. Bu yüzden farkında olmadan parmaklarımı bastırdığım kollarımı özgürlüğüne kavuşturarak açtım ve şoföre doğru seslendim.

“Zeugma müzesi buradan ne kadar sürer?”

“Yaklaşık yirmi beş dakika.”

“Abicim bizim biraz işimiz var da… Biraz hızlı gitsek yirmi yapamaz mıyız onu?” dedi Gri araya girerek. Nihan, Gri’ye şaşkınlıkla baktı.

“Daha vaktimiz var ama ben mi yanlış biliyorum?” dediğinde Gri omuz silkti.
Akşam saatleri olduğu için trafik ışıklarında takılı kaldığımızda çantamdaki telefonu çıkardım ve saati kontrol ettim. Tam o sırada bu görevin işvereni Deniz Çetinkaya’dan bir mesaj aldığımı fark ettim. Arabadakilere bir şey çaktırmadan mesajı açtım ve içimden sessizce okudum:

“İniş yaptınız mı?” Gözlerimi devirmemek için kendimi çok zor tuttum. Görevin üzerine öyle titriyordu ki benim de sabrımı tüketiyordu. Onun gibi önemli rütbede iş icraat eden insanlar için kusursuzluk ve tatminkâr olma en arzu ettikleri iki duyguydu. Bense bu işte olabilecek en mükemmeliyetçi insandım. Bu yüzden bir pürüz çıkmasının imkânı yoktu.

İndik.” diye alelacele bir mesaj yazdım ve gönderdim. Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan deve kervanı heykelleri ilgimi çekince belki de ilk defa başımı merakla camdan dışarıya doğru uzattım. İşte bu ihtişamlı heykellerin hemen karşısında, dünyanın ikinci büyük mozaik müzesi olma unvanını taşıyan Zeugma Müzesi’nin sade, uzun ince yapıda binası görüş alanıma girdi. Zeugma Mozaik Müzesi yazılı olan kırmızı tabelanın hemen yanında aracını durduran taksi şoförü geldiğimizi söyledi. Yolculuğumuzun ücretini ödedikten hemen sonra apar topar araçtan indik. İnternette gördüğümden daha şık bir binaydı. Gündüz haliyle gördüğüm kadarıyla beyaz, kare fayanslı dış yüzeyinde bulunan siyah bir bölge vardı.

Şimdi ise gece olmanın getirisiyle bu siyah yüzey, mor bir ışıklandırma ile parıldıyordu. Evet, görevimizin büyük bir kısmı bu müzeyle ilgiliydi fakat bu bizim işimiz değildi. Deniz Çetinkaya’nın ilgi alanı buradaydı. Bizim işimiz ise Zeugma Müzesi’nin hemen sol yanındaki eski binanın yıkılmasının ardından dikilen Pera Oteli’nde hallolacaktı. Hepsinin elbette bir sırası vardı.

“Evet, burada ayrılıyoruz.” Dedi Nihan, Gri ve Beyaz’a doğru dönerek.

Biz Nihan ile oteldeki görevimizi yerine getirirken oyuna bizden daha geç dâhil olacak olan Gri ve Beyaz’ın şimdilik ortalıkta görünmemesi gerekiyordu. Beyaz tam vedalaşmak için kollarını öne doğru uzatmıştı ki Gri, yeşil kareli gömleğinin yakasından tuttuğu gibi onu kendine çekti. Az daha düşecek olan Beyaz şaşkın bakışlarla ona baktı.

“Acelemiz ne? Sizi bir otele sağ salim geçirelim de… Bakarız sonrasında yolumuza…”

“Hayır, öyle bir şey olmayacak Gri. Ortalıkta dolanmanız iyi olmaz.” dedim doğrudan karşı çıkarak.

Onun ve Beyaz’ın Deniz Çetinkaya ile tanışıp konuşmasını veya başka biri ile karşılaşma olasılıklarını düşünmek istemiyordum. Bunun er ya da geç olacağını bilsem de bir ihtimal, gerçekleşmemesini umuyordum.

“Siyah… Şu anda yüzümüzün görülmesinin akşamki görevimizi tehlikeye atmayacağını sen de ben de biliyoruz.”

Persona MaskesiWhere stories live. Discover now