+18 aynı yatak

8.8K 90 21
                                    

Bir kalp.

Uçurumun ucundan her seferinde geri dönen, karanlık omzuna düşse bile karanlığın peşinden gitmeye devam eden bir kalp.

Gözlerim belli bir rota çizerek pencerede takılı kaldı, kafamdaki düşünceleri susturamıyordum. Annemin attığı çığlıklar, benim babama yalvardığım o anları...

Eskiler aklıma geldiğinde düşüncelerimden bir parça kırılıyor ve siyaha boyanıp etrafa saçılıyordu. Elimde kalan tek şey, soğuk ve ürpertici insanların arasıydı. Nahif vücudum sıcak bir gülümsemeye muhtaçken alfabedeki harflerin susmaya devam ettiği bir zaman dilimindeydim.

Birazdan babamın eve gelecek olması içime korku tohumları atarken kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Yemeğini masanın üzerine hazırlamıştım o gelince de kendi odama gitmeyi planlıyordum. Kapının çalınması duyarken yıkılmış bedenimi ayağa kaldırmak zorunda olduğumu hatırladım. Babam gelmişti, yine çok içmişti. Ayakta zor duruyor gibi gözüküyordu. Onun bu haline üzülmüyordum, kendi halime üzülüyordum, bu adamın yanında durmak zorunda kaldığıma üzülüyordum.

Adımlarını zik zak biçimde atsa da oturma odasına geçmişti. Derin bir nefes alarak onun ardından kapıyı kapattım. İçeriden bana bağırıyordu, "Ne yaptın da bu televizyon açılmıyor." Ah doğru ya! Babam çalışmıyordu, benim kazandığım para da kendine içki almaya anca yetiyordu. "Faturayı ödeyecek para kalmadığından elektrik kestiler." Dedim içimdeki nefreti kusmak istercesine.

"Sende o annen gibi rahatına düşkün çıktın, daha fazla çalışsaydın, okula gideceğim diye tutturdun, o kadar hakaretlerime karşı yine de okulundan vazgeçmedin." Annem rahatına düşkün olsa seninle evlenir miydi? Diye düşünmeden edemedim. Annemin hakkında böyle konuşması çok canımı acıtsa da sustum...

Annem liseye geçtiğimde öldü. Babam okula gitmeyeceksin dediğinde her gün babamdan gizlice okula giderdim. Akşam babamda gelip beni döverdi. Hep aynı senaryo... Yine babamdan gizlice üniversite sınavlarına girdim ve kazandım. Üniversite sınavına girdiğimi öğrenince çok dövmüştü. Ama yine de vazgeçmemiştim, ben o üniversiteye gitmeye kararlıydım.

Yanağımda hissettiğim kırbacı andıran bir sızıyla kendime geldim. Yine tokat atmıştı, daha fazla katlanmak istemiyordum, yüzümdeki morluklar benim bir parçam haline gelmişti adeta. Okul yıllarımda, sokakta, evde, çarşıda; her yerde bedenimde taşımak zorunda kalıyordum küçüklüğümden beri. Yalın ayaklarımı dış kapıya yöneltirken babam arkamdan bağırıyordu; "Nereye gideceksin? Çabuk buraya gel almayayım şimdi seni elime!" Hala tehdit ediyordu. İçinde gram merhamet kalmamış adamı duymuyordu kulaklarım. Gözyaşlarım istemsizce akarken caddeye yalın ayaklarımı aldırmadan attım kendimi.

Koşuyordum, ne yaptığımı bilmeden, ağlayarak koşuyordum. Durmama hiçbir sebep yoktu. Ne bana hiçbir zaman babalık etmemiş adam ne de ayağıma batan camlar. Kalbimin sızısından başka hiçbir şey hissetmiyordum. Birinin kolumdan tutmasıyla ürkek gözlerimle elin sahibine baktım. Saçlarına hafif beyazlar düşmüş bir adamdı. Başımda hissettiğim baskıyla göz bebeklerimi yukarı kaldırdım. Elindeki grimsi metali başıma doğrultmuştu. Korku damarlarımda kol gezerken bedenimi taşımakta zorlanan ayaklarımı hissetmiyordum. Bedenim kas katı kesilmişti.

"Onu bırak yoksa bu kız ölür. " Kime seslendiğini anlamak amacıyla gözlerimi sokakta gezdirdim karşıda siyah saçlı, uzun boylu bir adam vardı. O da bir kadına silah doğrultuyordu. Bu kadınlar dünyaya acı çeksin, hor görülsün diye mi gönderildi? Düşüncelerime son veremiyordum, kadınlara yapılan bu eziyetler kimsenin umurunda değil miydi cidden? Bir kadının başına silah dayamak bu kadar kolay olmamalıydı.

KARANLIĞIN SİRAYETİ +18Where stories live. Discover now