Pamuk Şeker, Kayıp

189 19 0
                                    

Ağlayan İhtiyar,
Bugün bu mektubu yazarken aklıma iki de bir birlikte yaşadığımız son olay geliyor. Hala şaşkınlığımı saklayamıyorum. Her geçen gün seninle ilgili yeni şeyler öğreniyorum ya merakım daha da artıyor.
O gün hava yağmurluydu. Bayılırım yağmurlara. Ama onlar inadına en zor zamanlarda yağar. Üşütür yoluna varmaya çalışan ayaklarımı. Uyuşturur ağır poşetleri tutan parmaklarımı. Halbuki bilir benim için huzur olduğunu. Ama sorunlarım varken çekilmiyorsun. Engelliyorsun beni Yağmur , der gibi hızlı soluyarak indim taş merdivenlerden.
Evet o gün mutsuzdum. Çünkü seninle planladığımız yerde buluştuk İhtiyar. Her şey ilk başta iyi gidiyordu. Hava güneşliydi. Seni bir bankta beklerken, güneşin yüzüme vuruşundan faydalanıp kirpiğimin gölgesine bakıp oyalanıyordum. Sonra sen çıkageldin. Havalı Adam seni. Her yerin marka akıyordu. Saatini satsam dört gündür hayalini kurduğum o güzel kıyafeti satın alırdım biliyor musun? Ya o eskimiş bastonun neyin nesiydi? Kıyafetlerinin zıttıydı resmen İhtiyar. Tam bir mafya gibi gözüküyordun. Sinirli korkunç ve fazla asil. Elindeki baston değil ama öteki elindeki pamuk şeker bozuyordu işte seni. Hele yüzüme bile bakmadan yanıma oturuşun nasıldı? Bir an beni tanımadın rastgele yanıma oturup beni bekliyordun sandım. Pamuk şeker yerken o kadar tedbirliydin ki. Bir an sana selam vermeden belki üç dakika izlemişimdir seni. Sonra başlattığın sessizliği yine sen bozdun:" Eskisi gibi hissettirmiyor," dedin yüzüme bakmadan. Cevap vermiştim sana:" Dışarıda tek başına dolaşmak mı," "Hayır Salağa Yatabilen Yalancı. Pamuk şeker yemek. Tabi o zamanlar ıslak mendil yoktu. Ellerin yapış yapış eve kadar kıpırdatmadan, sürmeden bir yere bileklerin annenin elleriyle kelepçelenmiş giderdim. O yüzden nefret ederdim pamuk şekerden."
Sonra sana cevap verdim:"Ben de. Ama ben o hazırlanışındaki esrarengizliğe aldanıp her defasında yediğimde aynı hayal kırıklığına uğradığım için nefret ederdim. Pembe buluttu. Ama ağzıma aldığım gibi eritip giderdi hayalimi kendi tiftik tiftik olmuş bedenini erittiği gibi."
Sonra gözlerini kısıp işte bu der gibi yüzüme bakıp:" Eğer deyseydi tüm bunlara tüm o yapışkanlığına katlanırdım. Ama o hep vurdum duymaz oldu. O yüzden ben deki İlkini elma şekerine kaptırdı." Ben sana vay canına der gibi bakmıştım İhtiyar. Ama o anda bile ellerine ne yapacağını merak ediyordum. Sen ise ruhsuz bir surat ifadesiyle ıslak mendil yardımıyla temizledin buruşuk, beyaz, bakımlı ellerini. Merak ederek sana sormuştum:"Neyin var temizlendi işte ellerin" "Artık eski tadı yok eski yapışkanlığı gibi. Bir anlamı kalmadı," diyerek bastonuna yüklenerek kalktın ayağa. Sonra etrafını izlemeye başladın. "Çaylak her şey değişmiş. Burası sanki benim yaşadığım yer gibi değil. Ben şimdi nasıl maziyi anacağım. Dokunduğum duvarları boyamışlar. Oturduğum binaları yıkmışlar. Yürüdüğüm taşları söküp atmışlar resmen. " Sonra birden heyecanlanıp yürümeye başladın:
" Yürü Çaylak hızlı ol." Neden öyle dedin. Halbuki ben senin önündeydim.
"Huysuz İhtiyar burayı ben de biliyorum." Aldırmadan bir mahalleye soktun bizi. Kimi parmakla gösterdiysen seni tanımadı. Sonra bir sürü göz bana baktı. Yüzümü okşadı. Bazıları nefretle baktı. Selam verdiler bana. Sonra işte ne olduysa sonra oldu. Benimle ilgilenen bu insanlar seni rahatsız etti. Mahallenin ortasında boğazıma yapıştın. Beni boğmak istedin ve :"Burda mutlu olacak kişi benim rol çalıyorsun. Burası benim. Ben değil neden sen ilgi gördün. Benim burası. Burayı benden alma Çaylak,"dedin ve bir sürü el seni itti benden. Korudular beni senden. Git burdan dediler. Sen sendeleye sendeleye çıktın merdivenlerden. Peşinden gelmedim. Çünkü beni o gözler o eller tuttu. Bağırdım. Çünkü burasını biliyorum. Ama nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Beni bir tek sen çıkarırdın. Ama gitmiştin.
Kaçmaya çalışmıştım o insanlardan. Beni senden korumak için olduğunu düşünüyorum. Bırakmadılar beni. Bana burda kalmalısın senin için burası güvenli dediler. Kaçar gibi uzaklaştım onlardan. Tüm bunlara rağmen ruhum bu yerde huzur duyuyordu ya lanet okudum Ruhuma da. Saat kaç bilmiyorum ne zamandır hiç kullanmıyordum. Ama hava kararmıştı. Yağmur bastırmıştı. Elimde poşetler vardı. İçlerinde ne vardı hiç bilmiyorum. Sadece bırakmamam gerektiğine inanıyordum. Beynim allak bullaktı. Bir şey olmuştu. Kafamda çoğu sahne silik olduğu için hatırladığım kadarını anlatıyorum sana. Bana cevap ver. Bana ne oldu. Neden çıkışı bulamadım. Sonra o yağmurun altında o merdivenlerde yarı baygın düşerken beni kucaklayıp götüren o iki çift erkek ayağı kimdi söyle İhtiyar. Tehlikeli bir şeyler oluyor.
Bugün ruhum çatlayacak gibi. Bedenim sanki elimden alınacak sanki. Tamamen kendime geldiğimde kendimi deri kahverengi bir koltukta buldum. Biraz sonra anlamıştım burasının neresi olduğunu. Burası aile dostumun eviydi. Ama o evde yoktu. Sadece yardımcıları vardı. Kahvaltı yaptırdılar bana. İyice kendime geldikten sonra kalkıp evime gittim. Şaka şaka benim evim yok. Evim burası işte. Biliyorsun. Seni ne kadar kandırmaya çalışsamda işe yaramadı. Benim tek ailem işte bu aile dostum dediğim adam. Hep senin mi sırrın olacak.
İmza
Saplantı
Arkadaşlar bu bölümden sonra uzun bir süre sonra ( bir hafta olabilir) yayınlayamayacağım. Yazılı haftasına giriyorum. Umarım o zamana kadar kabuğumu kırarım ve daha çok kişiye ulaşmış olurum. Yazılarımı okuyanlara ve oy verenlere teşekkür ederim. Sizi seviyorum.
-Sena Sönmez Başucu Fısıltınız

-SAPLANTI-Où les histoires vivent. Découvrez maintenant