Kaçmak

100 5 0
                                    

İz peşindeki İhtiyar,
Bu klinikte de artık her şey tek düzeleşmeye başladı. Fark ettin mi bilmiyorum ama yine sıradanlaştı hayatım. Önceden okul, sonra sen, sonra senden kaçış... Bir şey ne kadar enteresan olursa olsun bir rutine bağlanıp tekerrürleşiyorsa o iş bayıyorsa sıradandır. Bu sıradanlıklar bana göre değil. Ben her şeyi hızlı yaşamalıyım. Bir kilo portakal yemek değil bir kilo portakal vitamini kadar bir hap yutmalıyım. Sessiz çığlığımı duyan oldu. Kim mi? Anlatacağım. Hırıltı çıkarmadan dinle!
Saat sabah dokuz civarındaydı. Zehra karşı odadan gelen gürültüye koştuğu için odada kısa süreliğine başı boş kalmıştım. Bu durumu fırsat çevirip, başımı hemen koridora uzattım. İlgi alanı gürültüden yana olduğu için rahatça doktorun odasına doğru hızlıca hareket ettim. Kapının mandalını yavaşça aşağı çekerken kapı aralandı. Odada kimse yoktu. Odanın kilidi açıldığına göre doktor kliniğe gelmişti. Ama bir sebepten dolayı odasından çıkmak zorunda kalmış olmalıydı. Çay almaya mı gitmişti? Doktor arkadaşlarıyla konuşmaya mı dalmıştı? Belki de karşı odadaki gürültüye koşmuştu o da. Bu tahminlerden biri olabilirdi. Hiçbiri de olmayabilirdi. Sebep ne olursa olsun dönüşü uzun sürmezdi. Her ne yapacaksam biran önce yapmalıydım. Ne yapacaktım? Tabi ki de odada doktora ait işime yarayan gizli bir şeyler. Bir belge.
Bir dosya.
Adımın geçtiği yazı yığını...
Bir şeyler bulup bulmama kaygısıyla masasına yöneldim. Aklıma kapıyı açık bıraktığım geldi ve kapıya doğru geri döndüm. Kapının deliğinde bıraktığı anahtarla kapıyı kilitledim. Evet ,kimse girmemeli!
Güvenliği sağladıktan sonra masaya doğru büyük adımlarla yürüdüm. Sandalyede bıraktığı montunun cebini karıştırdım. Anahtar buldum. Basit bir dolap anahtarı...
Demir dolabın olmalıydı buna eminim. Kapının yanındaki daha önceleri Can'ın tekme attığı bu demir dolabı açmaya çalıştım ve açıldı. İşte bu dedim. Sevincim kısa sürdü. Çünkü her şey çok kolay olmuştu.
Gizli şeylerini asla buraya koymaz ki diye düşünürken dolabın içinde gerçekten pek bir şey olmadığını gördüm. Biraz yokladıktan sonra basit dosyalar dışında bir şey bulamadım. Biraz sinirlenip kendi kendime, Bu dolap klasik pembe dosyalar dolabı mı yani, diye söylendim. İçlerini karıştırdım.
Anlamıyordum.
Hiçbir şey anlamıyordum.
Anlamsız kağıt yığınları...
Sonra başlıkları okudum. Numaralandırılmış dosyalar...
Hasta Nakil Dosyası.
Ertan Demir
İşime yaramaz!
Hasta Nakil
Can Sahafçı...
...... türkçe olmasına rağmen heyecandan anlamadığım cümleler tek gözüme çarpan yazı:
"Uyku apnesi"
İşime yarayabilir diye düşünerek Can'ın nakil dosyasını içime soktum. Şimdi hem heyecandan hem de içime soktuğum dosya yüzünden son derece rahatsızdım. Dosyayı içime tam yerleştirmeye çalışırken dışarıdan olgun bir erkek sesi geldi:
''Şu kaloriferlerin bakımı bitmedi mi? Böyle ne kadar sürecek? Hastalar üşütecek. Müdahale edilsin,'' dedi. Ardından kapı mandalı iki kere aşağı yukarı hareket etti.
''Emin Bey çıktı mı? Daha mesai saati bitmedi ki! '' diye aynı adam devam etti.
''Hayır şurada '' dedi bir kadın sesi.
''Emin Bey? Biz de Doktor Cavidan Hanımla bir müzakere edelim diyorduk sizinle . ''
''Odaya girip öyle bekleseydiniz ya kapıda niye dikildiniz?''
''Odanız kilitli. ''
''Nasıl yani?''
(Mandal yine hareket etti.)
Doktor gelmişti. Üstelik yanında iki doktor da vardı. Hızlı bir şekilde demir dolabın kapısını kilitledim. Kapıdaki anahtarı da aldım. Dolap anahtarını montun cebine geri koydum. Odanın boydan camını açtım. ikinci kattaydık. Atlarsam ayaklarım kırılırdı. Atlamayıp kapıda doktorlarla karşılaşsam ve yakalansam kimse bana kızmaz. Çünkü deliydim ben. Dokunulmazlığım vardı. Ama dosyaları muhakkak fark ederlerdi. Kısa bir beyin fırtınası sonunda camın yanındaki ağaca uzanıp oradan inmeye karar verdim. İyiden iyiye kendimi toparlayıp ağaca çıkmak için kendimi hazırladım. Sonra masa da çikolota gördüm. Onu da aldım. Masada bir de ajanda vardı. Bir sürü şeyler yazılı ajanda... tabi ki de onu da alıp ağaca yöneldim. Ben onlarla uğraşırken dışarıda doktorların mırıltıları devam ediyordu. Ama ben kendime adapte olduğum için anlamıyordum. Ağacın sıska incecik dalını tuttum. Vücudumu ağaca doğru savurdum. Dal hemen kırıldı. Ağaca bodoslanan vücüdum dışarıdaki soğukla beraber kaskatı kesildi. Darbeden dolayı nefesim kesilmişti. Tırnaklarımla ağaca tutunmaya çalışsam da bunu başaramadım ve sarsak bir şekilde ağaçtan da tamamen ayrılmadan yere parçalı bir düşüş yaptım. Berbat bir haldeydim. Ama hemen ayağa kalkmaya çalıştım. Sağ ayağım tökezledi ve yere kapaklandım. Yeniden ayağa kalktım. Sağ ayağım aksıyordu. Ama ne soğuğu ne de aksayan ayağımı umursamadan tüm koşulları zorlayarak etrafı kolaçan ettim. Doktorla odam yan yanaydı. Yani ikimizin de camı aynı manzaraya bakıyordu. Kliniğin bahçesine... Bahçe kapısını bir açılıp bir kapanıyordu. Hizmetli adam çöpleri çıkarıyordu. Yani kapının kilidi yoktu. Adam çöpleri alıp kapıdan iyice uzaklaşınca kapıya koştum. İçeri girdim. Adamın dalgın halime bakılırsa az önce ağaçtan düşe kalka acemice inişimi görmemişti. Bu güzel bir şeydi. En azından bu kötü olayın henüz bir şahidi yoktu. Merdivenleri geri çıkarken binanın içindeki yangın merdivenini gördüm. Kendi odam da koridorun sonumda olduğuna göre yangın merdiveni benim odamın oradan da geçiyor olmalıydı. Yangın merdiveninden koridoruma çıktım. Normal girişi kullanmayarak doktorun odasının önünden geçmemiş oldum. Böylelikle beni fark etmediler. Cebimde doktorun odasının anahtarı vardı. Anahtarı henüz ne yapacağıma karar veremedim. Fark ettirmeden odama girdim. Odada hâlâ Zehra yoktu. Bu durumu da fırsat bilip yatağımı kaldırıp dosyalayı ve ajandayı sakladım. Bu dosyalar şimdilik burada güvendeydi. Şimdilik!
Yatağın bozulan örtüsünü elimle düzelttim. Son durumu öğrenmek için koridordaki seslere kulak kabarttım. Kapının önünde sadece Doktor vardı. Bu kilitli oda muhabbetinden sıkılmış olmalı ki yanındaki iki doktor gitmişti. Sıkılgan ve düşünceli bir şekilde gözleri dalgınlaşan doktor bir yandan sakin bir şekilde dudaklarını yiyordu. Bu adam hep böyle sakin miydi yani? Bu olaydan hiç işkillenmemiş miydi yani? Korkmuyor muydu yani? Her türlü olayı böyle olağandışı bir sakinlikle mi karşılıyordu? Tabi ki de her insanın karakteri farklıdır. Ama bu adam biraz garipti. Mesleği mi onu bu hale getirdi yoksa? İçimden bunları geçirirken koşturarak gelen yaşlı bir adam cebinden bir anahtar çıkardı ve doktorum avucuna bıraktı. Demek nu odaların yedek anahtarları vardı. Güvenliği yarım olan bu odaya tabi ki de haklı olarak sadece hastaların dosyalarını ya da karalama bir ajandasını koyardı. En aptal insan bile böyle yapardı ki bu doktor bir planbaz...
Belki de boşu boşuna o aptal dosyayı ve saçma ajandayı almıştım. Doktor onların yokluğunu fark edip odama gelse başıma boşuna bela alırdım. Ya da alır mıydım? Sessiz düşüncelerim uzun sürmedi. Çünkü doktor odasından bir hışımla çıktı. Hemen mi anlamıştı yani? Karşısındaki odaya daldı. Peşinden koşturdum. Açık kapıdan içeri baktım. Burası Can'ın odasıydı. Doktor Can'ın odasında dönüp duruyordu. Ona ne istediğini soran hemşireye:
-Ne biçim bir hemşiresin sen? Bu çocuğa niye mukayet olunmuyor bu hastanede? Onun odasını iki sefer değiştirdik. En son benim karşı odama koyuldu. Ama yok her yerden bir şekilde bir zararı dokunuyor. Gözümün önünde olsun diyorum. Bu sefer de odama giriyor.
-Emin Bey, bu imkansız!
-Nesi imkansız? Bu çocuk hep başımızı belaya sokuyor. Bir değil ikinci bir şey çalışı bu benden. Üstelik şu odada nereye gizliyor anlamıyorum. Bu çocuk hasta nereye gizleyebilir şu odada o kadar şeyi?
-Daha önce de mi bir şey çaldı?
Emin Bey ağzından bir şey kaçırdığını anlayarak sustu. Konuyu döndürdü:
-Niye onu odada tek bıraktın?
-Efendim son odada bir hasta kriz geçiriyordu. Biranda birkaç hemşire o odaya koştuk. O arada yapmış demek ki ne yaptıysa.
-Artık Can'dan sen sorumlu değilsin. Bitti git en alt katta arşiv odasını düzenle cezalısın!
-Ama Emin Bey lütfen.
-Derhal dediğimi yap.
Emire itaat etmeden boynu bükük duran hemşire kız gözleri yaşararak yere bakıyordu. Doktor bu olayları baştan beri pişkin pişkin izleyen Can'a sakince yaklaşıp:
-Can nerde?
-Ne nerde?
-Can odama nasıl girdin? Bunu nasıl yapıyorsun Can? Ben artık çok yoruldum. -Benden mi? Dertleşmek ister misin? Can adeta doktorla dalga geçiyordu. Ama doktor gerçek bir doktor gibi davranarak hastasına sabırla yaklaşıyordu. Sanki bu adam normal bir doktor. Can ise bir deliydi. Hiçbir tehdit yoktu ortalıkta. Belki de hemşire kızın varlığıydı buna sebep olan. Ama dışarıdan bakılınca doktor masum ve Can hasta gibiydi. Hareketlenen hemşire beni korkutmuştu. Odama doğru koştum. Kapının eşiğinde Zehra'yı gördüm. Bana endişeyle bakıyordu:
-Odadan niye çıktın? Başımı belaya sokacaksın.
-Doktor bir hemşireye kızıyordu. Onları izledim. Merak işte bilirsin.
-Orası Can'ın odası. Ne olmuş bari yine ne yapmış Can.
-Iıım Doktor'un odasına girmiş. Bir şey çalmış. Falan filan işte. Ama Can ben yapmadım diyor. Hemşire de sanmıyorum diyor. Karışık ucu açık belirsiz olaylar işte.
-Niye belirsiz olsun ki. Her yerde kamera var. Gider kayıtlardan bakarlar kim girmiş odasına diye, eğer bir hasta girmiş ise vay o hemşirenin haline,diyerek odama girdi Zehra. Korkuyla odanın kapısını kapattım. Zehra'yı sarsarak:
-Zehra ben girdim. Zehra git kamera kayıtlarını sil!
Zehra şok olmuş bir şekilde titreyerek:
-Nova! Sana inanamıyorum. Nasıl yaparsın. Yediğin kaba yapmak bu! O doktora bunu nasıl yaparsın. Başımı belaya soktun. Allah'ım.
-Zehra sakinleş. Hem benim için, hem de kendin için o kamera kayıtlarını sil!
-Ne diyorsun sen? Bu iş öyle basit mi? Kamera odasına gidene kadar kaç kişi görür beni. Ayrıca kamera kayıtlarının silinmiş olduğunu görseler bu işi daha da ciddiye almazlar mı? Hayır Nova. Hayır.
-O zaman bir planım var. Gidip kamera odasındaki bilgisayara fazla elektrik verip ya da sigortaları attırıp bilgisayarları bozalım. Sistemi yakalım yıkalım. Şartelleri indir bir şey yap. Elektrik kabloları nerde ben yaparım. Sen yerini söyle.
-Ya sen hiç kormaz mısın? Şu yaşında nasıl böyle şeyler yapıyorsun? Bu düşünceler nerden çıkıyor?
-Güzel övgülerin için teşekkür ederim. Ama vakit az. Şuan bunları tartışamayız.
Zehra ikna olmuş bir şekilde saatine baktı:
-Beş dakika sonra tüm hastalar salona indirilecek. Benim de molam olacak. Diğer görevliler başınızda duracak. O arada halletmeye çalışacağım.
-Çok iyisin. Zehra...
-Hayatımda ilk kez bir ihanete yardım ediyorum. O da bir vefa borcu için, diyerek beni kolumdan tutarak salona götürmeye çalıştı Zehra.
Vefa borcu? İhanet? Zehra bana bu iyiliği, ona yaptığım arkaşça davranıştan ötürü yapıyordu. Ama beni ihanetle suçluyordu. Yani Doktor'un odasına girip bir şeyler yapmamı kötü bir davranış olarak nitelendiriyordu: İhanetle... İntikamdı ama bu. Kendini korumaktı hatta. İnsan vefa borcu hissettiği birine ihanet edebilir. Kötülük gördüğü değil. Doktor bana iyilik yapmamıştı ki. Zehra ya bir şeyleri çok iyi biliyor. Ya da yanlış biliyor. Bence biraz saf. Konuyu tam olarak anlamadı. Doktor Zehra'yı kandırmış olabilir.

-SAPLANTI-Where stories live. Discover now