I'm Not Okay

989 76 10
                                    

Her sabah olduğu gibi alarmın sinir bozucu ve sesi ve annemin "kalk artık Frank!" bağırtılarıyla tekrardan aynı güne uyandım ve hava almak için pencereme yöneldim. Hava kasvetli ve yağışlıydı ama bu başımı pencereden çıkarmama engel olamazdı. Hızlıca düşen yağmur damlaları saçlarımın tellerini ıslatırken iç geçirdim "Her gün aynı saçmalık, aynı bok."

Tekrar annemin "kahvaltıya gelecek misin yoksa aç mı kalmak istiyorsun?!" diye bağırmasıyla beraber en uykulu halimle hiç istemeden kahvaltıya annem ve babamın yanına indim. Her zamanki gibi gergin ve sinirlilerdi, onların bu hallerini asla çözemedim. Küçüklüğümden beri aynılardı, onları bir kere bile gülerken gördüğümü hatırlamıyorum. Bu tavırları yüzünden asla mutlu bir çocuk olmadım. Her zaman parkta veya okuldayken ailesiyle beraber gezen ve gülen çocuklar gördüğümde içim burkulur, eve döndüğümde sevdiğim gruplardan birinin plağını pikaba takıp yorganımın altına girip annemlerin duymaması için sessizce ağlardım. (Evet aslında plağı da annemlerin ağlamamı duymaması için takıyordum) Çünkü beni ne zaman ağlarken görseler gelip benimle beraber dertlerimi paylaşmak veya beni neşelendirmeye çalışmak yerine gelip bana en yüksek ses tonlarıyla "kes ağlamayı aptal, komşular duyacak!" diye bağırırlardı.

Kahvaltı masasında sadece birkaç lokma bir şey yeyip sırf annem ve babamla muhatap olmamak için odama çıkacaktım ki beni sohbete tuttular:

-Bugün planın ne Frankie?

+Bilmiyorum baba, oturur odamda müzik dinler veya çocuklarla buluşurum.

-Bence üniversiteyi dondurman hiçte iyi bir fikir...

Babamın bana bunu diyeceğini ve annemin beni sırf bu konu için kahvaltıya çağırdığını tahmin etmiştim. -çünkü genelde beni kahvaltıya çağırmazlar eğer çağırıyorlarsa kendi çıkarları içindir.-

Anlatacakları saçma sapan zırvalıkları dinlememek için hızlıca merdivenleri tırmanıp odama çıktım. Tam odama girdiğimde telefonumun çaldığını fark ettim, arayan Gerard'dı.

Gerard bu iğrençliklerle dolu dünyada bana hayat veren tek kişi olabilirdi. Kendimi onun dışında kimsenin yanında rahat hissetmiyordum ama onun yanındayken her şey çok daha farklıydı, onun yanındayken, çok daha fazla ben gibi olabiliyorum. Çünkü onun beni eksilerimle ve artılarımla, kusurlarımla, her şeyimle kabulleneceğini biliyorum. Buna örnek vermek gerekirse Gerard dışında kimseye gay olduğumu söylemedim, aileme bile. Çünkü eğer aileme söylersem bana karşı zaten çok az olan (hatta hiç olmayan) sevgilerinin sıfırlanacağını, beni evden kapı dışarı edeceklerini adım gibi biliyorum. (kahrolsun homofobik ebeveynler!)

Hiç heyecanlanmamış gibi bir tavırla Gerard'ın aramasını kabul ettim.

-Hey dostum, iyi misin?

Ah, o kadar acınacak haldeydim ki bana "naber?" yerine "iyi misin?" diyordu.

+Pek sayılmaz.

-Ailenle mi ilgili?

+Evet. Beni az önce kahvaltıya çağırdılar.

-Peki, bu iyi bir şey değil mi?

+Pek sayılmaz, yani hayır. Beni ya saçma sapan şeyler söylemek ya da kendi çıkarları hakkında bir şeyler zırvalamak için çağırırlar. Bu sefer de üniversiteyi dondurmam hakkında zırvalamak için çağırdılar, ben de kahvaltıyı yarım bırakıp odama çıktım. Şey, senden bir şey isteyebilir miyim?

-Tabii ki?

+Öğleden sonra saat 15.30 sularında, garajda seninle baş başa buluşabilir miyiz?

-Sen nasıl istersen Frank! 15.30'da görüşürüz!

Ve içimdekileri dökmek için saat 15.30'u beklemeye başladım...


Evet arkadaşlar, bu benim ilk hikayem (ve de ilk bölümüm) bu yüzden biraz kısa oldu, umarım beğenirsiniz^^

Down We GoWhere stories live. Discover now