2.7

497 41 11
                                    

''Üyelerden birkaçının uçağı daha yeni inmiş, gecikeceklermiş sanırım.'' Otel odamın kartına sahip olmasını biraz tehlikeli bulduğum yeni, ve ilk, menajerim bıkkın bir ifadeyle içeri girdiğinde olduğum yerde doğrulup televizyonu kapattım. Saat akşam yediydi ve korkunç bir jet lag yaşamamın yanı sıra açlıktan da bayılmak üzereydim. Onun da benden farksız olduğunu o bıkkınlık ifadesinden gayet iyi anlayabiliyordum.

''Belki de önden gidip bir şeyler atıştırabiliriz.'' diyerek omuz silktim. Ya öyle yapacaktık ya da birkaç dakika içinde tam anlamıyla bayılacaktım.

''Lobide kurabiye vardı sanırım. Gidip biraz alalım.'' Menajerim olan ve benden yaklaşık yedi yaş büyük olan Min Joo odanın diğer ucundaki dolaptan ayakkabılarımı ve beyaz hırkamı çıkararak bana getirdi. Gülümsememe engel olamamıştım.

Bana sorarcasına baktığında iç çektim. ''Tüm bu menajer olayına alışmak biraz zamanımı alacak sanırım.''

Tek kaşını kaldırıp dil şaklattı. ''Bunu menajerin olduğum için yapmıyorum küçük hanım.'' dedi dönüp odanın çıkışına yönelirken. ''Aç ve sabırsız olduğum için yapıyorum.''

Kıkırdayarak peşinden gittim. Oda kartımı almayı unuttuğum çok geçmeden aklıma geldiyse de umursamadım, Min Joo'da vardı nasıl olsa. Otelin sessiz koridorlarında ilerleyip üç farklı koridoru birleştiren yerde yer alan asansöre bindik ve Min Joo'nun elindeki oda kartını asansöre okutmasından sonra guruldayan midelerimiz eşliğinde lobiye indik. Lobinin pek kalabalık olduğu söylenemezdi fakat kimi görsem hepsi ekipten gibiydi. Ekipte bir uçak dolusu kişi olduğunun farkındaydım fakat bir oteli kapatacak kadar olduğunu düşünmemiştim. ''Bütün otel ekibin mi?'' diye sordum merakıma yenik düşüp.

Min Joo kafasını salladı. ''Pekala lüks bir otel ama o kadar da büyük değil.'' Sonra bir yere bakarken gözleri aydınlandı. ''Kurabiye!'' Yanında olduğumu unutmuş bir halde koşarak lobinin diğer ucundaki kurabiye standına doğru koşturdu. Nispeten daha yavaş adımlarla peşinden gittiğimde eline üç dört tane kurabiye almış ekipten birisiyle konuşmaya başlamıştı bile. Bir süre kurabiye yiyerek orda onlarla dikilsem de sonsuza kadar konuşacaklarmış gibi duruyorlardı ve otele giriş kapısının tam karşı tarafında yer alan, bahçeye çıktığını tahmin ettiğim kapı bundan daha cezbediciydi.

''Şey, Min Joo...'' Seslensem de pek duymuş gibi değildi. ''Ben biraz bahçeye çıkacağım.''

Onaylarmışçasına ''Hıhı peki canım.'' dedi ve konuşmasına devam etti. Ben de daha fazla dikkat çekmeden uzaklaşıp dışarı çıktım. Hava soğuktu fakat Seul'den sonra ılık geliyordu. Birkaç basamak kadar ileride bir yüzme havuzu ve etrafında şezlonglar vardı. İnsanların bu dönemde yüzdüğünü ve güneşlendiğini hayal edemiyordum. Havuzun karşı ucunda aşağı doğru inen merdivenler yapma bir bahçeyle birleşiyordu. Şehrin ortasında bulunan bir otelde gerçek büyük bir bahçe olacağını düşünmek benim aptallığımdı. Bahçe tarafına gidip gitmemeye karar vermeye çalışırken bahçede telefonla konuşan birisi olduğunu gördüm ve havuzun etrafında kalmamın en mantıklısı olduğuna karar verdim. Şimdi daha dikkatli bakınca havuzdan buhar çıktığını görebiliyordum. Sıcak su havuzu olmalıydı. Buraya dört yüz kişilik bir ekiple gelmiş olmasam hemen o havuza atlayabilirdim ama kimseye rezil olma niyetim yoktu, havuzun yanına çökmekle yetindim. Birkaç dakika boyunca havuzun üzerindeki buharın yükselişini izledim ve sonunda dayanamayarak elimi suya yavaşça soktum. Su gerçekten sıcacıktı ve ben tüm bedenimi sokmamak için kendimi çok zor tutuyordum.

O sırada arkamda bir hareketlilik hissettim, birkaç basamaklık bahçe merdivenini tırmanan adımlar. Bahçedeki kişinin telefon görüşmesi bitmiş olmalıydı. Otele geri dönebilmesi için tam arkamdan, benimle şezlongun arasından geçmesi gerektiğini biliyordum. Rahatsız olmasın diye çöktüğüm yerden ayağa kalkmaya çalışıyordum ki spor ayakkabılarımın altında havuzdan taşan su ayağımı kaydırdı. Kendimi o sıcacık suda bulmayı kabullenmiştim, rezil olmayı kabullenmiştim fakat arkamdaki kişi beni belimden ve kolumdan o kadar sıkı kavramıştı ki yalnızca kalçamın yarısı ve ayaklarım suya batmıştı. Tabi bu sırada sıçrayan su yüzümü ve saçlarımı biraz ıslatmıştı ama pek bir şey sayılmazdı. Bir gün birisi beni düşmek üzereyken tutar diye kafamda senaryolar yazdığım çok olmuştu fakat bunun gibi bir şey değildi. Aman ne romantik. Çok utanmıştım.

Reflekslerine minnettar olduğum kişi beni sudan dışarıya çekerken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Yardımlarıyla sonunda ayaklarımın üstüne basabildiğimde sıcak suyun o kadar da iyi bir şey olmadığına karar verdim. Şimdi dışarıdayken donuyordum.

''Teşekkür ederim.'' diye mırıldandım ve kendimi kurtarıcımın, ayrıca rezil olduğum kişinin, suratına bakmaya zorladım. O anda kalbim deli gibi atmaya ve vücudumdaki bütün kan yanaklarıma hücum etmeye başlamıştı. Karşımda üyelerden birisi duruyordu. Ah, harika. Bir dünya yıldızına rezil olmuştum. O da en az benim kadar afallamış görünüyordu, bir şeyler söylemek için dudaklarını araladıysa da konuşmadı.

Eteğimin uçları sırılsıklamdı, ayakkabılarım ve dizimin altına kadar gelen çoraplarım sırılsıklamdı. Hem rezil olmuştum hem de donuyordum. Ben de kaçmamın en iyisi olacağına karar verdim. Önümde dikilen grup üyesinin yanından hızlı adımlarla geçerek lobiye girdim, lobinin ortasındaki ihtişamlı merdivenlerden asma kata, oradan da asansöre doğru adeta koştum. İki asansör de üst katlara doğru çıkıyordu ve ben onlar alt kata geri gelene kadar kimsenin beni görmemesi için dualar ediyordum.

Asansörlerden birisi birkaç kat yukarıdan buraya ulaşmak üzereydi ki arkamda birisinin olduğunu fark ettim. Dönüp korkarak baktığımda olabilecek en kötü senaryo gerçekleşmişti. Aynı üye benimle birlikte asansör bekliyordu. Afallama ifadesi yok olmuş, kendinden daha emin duruyordu ki bu her şeyi benim için daha utanç verici yapıyordu.

Önümde duran asansörün kapısı açıldı ve içeridekiler asansörden bana tuhaf bakışlar atarak indi. Bir ümit arkamdaki kişinin asansöre binmeyeceğini umarak ıslak adımlarla asansör kabininin içine girdim fakat arkamdan gelip cam kenarına geçti ve düğmeye basmamı bekledi. İçimden geçirdiğim küfürün fısıltıya dönüşmesine engel olamamıştım. Oda kartım yoktu. Oda kartım olmadan da asansörü çalıştıramazdım. Panikten mi vücudumun alt kısmının tamamen ıslak oluşundan mı bilmiyordum titreyerek asansörün camına yaslanmış çocuğa baktım. Son bir haftadır onlarla çalışacağım için grubun müzik videolarını veya röportajlarını izliyordum. Tıpkı orada gördüğüm gibiydi. Saç stili değişmişti tabi. Beyaz teninin tam zıttı siyahlıktaydı ve perçemleri yanlara kıvrılmıştı. Saçı ensesinde biraz uzundu ve bu saç stilinin ona çok yakıştığını inkar edemezdim. Hayatımda hiç sahip olduğumu hatırlamadığım kadar mahcup bir ifadeyle kafamı eğdim. ''Oda...Oda kartım yanımda değil. Sizinkini kullanabilir misiniz acaba?''

Birkaç saniye kadar bana bakıp derin bir iç çekti ve yanımdan düğmelere doğru uzanıp cebinden çıkardığı kartı okuttu. En üst katın düğmesine bastıktan sonra bana döndü. O kadar yakındı ki yüzümü eğip gerilemek zorunda kaldım. ''Kaçıncı kat?'' diye sordu. Ve ilk defa o zaman sesini duydum. Tanıdıktı. Şarkı sözlerini söylerkenki sesin o olduğunu hayal etmek zor değildi. Röportajlarındaki sesinden biraz daha toktu tabi.

''Se...Sekiz.'' Sesli yutkunmama engel olamamıştım. Sekizinci katın düğmesine basıp geri çekildi ve tekrar arkamdaki, cam kenarındaki yerini aldı. Asansör kapıları kapanıp usulca üst katlara tırmanmaya başlarken kafamdan binlerce düşünce geçiyordu. Acaba benim onlarla çalışacağımı biliyor muydu? Kim olduğumu biliyor muydu? Veya asansörden inerken veda etmeli miydim? O kadar utanıyordum ki bir daha dönüp bakabileceğimi sanmıyordum. Aptallığımı arka plana atmak için kendimi tanıtmak işe yarar mıydı yoksa?

İstemsizce yumruklarımı sıktım. Orta yolu bulup ona bakmadan kendimi tanıtmaya karar vermiştim. ''Benim adım Yang Yu Jin.'' deyiverdim. ''Albümünüzün kısa filmi için sizinle çalışacağım.''

Bana oldukça uzun gelen bir sessizlik oldu. Asansör sekizinci kata ulaşmak üzere yavaşlamıştı. Tüm vücudum kasılmıştı. Kapılar açılır açılmaz buradan kaçacaktım.

Sonra ''Biliyorum,'' dedi. Şaşkınlıktan nefesimi tutmuştum. Beni biliyor muydu? Onlarla çalışacağımı? ''Ufaklık.''

___

😮‍💨🥹😮‍💨🥹

Sanırım bu kitaba tam texting diyemem arada böyle bölümler bu bölümden itibaren artacak 🤌🏻 Umarım sizin için de okeydir 🫶🏻 Belki bugün bir bölüm daha atarım öpooo mucuk 💗

Say Something // Min Yoon GiWhere stories live. Discover now