4.1

421 34 17
                                    

Yorgun görünüyordu. Kapıyı açtığımda ifadesiz yüzüne küçücük bir gülümseme yayılmış olsa da pek mutlu bir ruh halinde olmadığını ilk bakışta anlayabiliyordunuz. Haber yayınlanır yayınlanmaz onun için işleri zorlaştırmış olmalıydı. Ama Kore'de ne işi vardı ki? Şu an Los Angeles'da olması gerekiyordu. Ben döneli bir hafta bile olmamıştı ve tüm bu zamanda bütün çekimleri bitirmiş olamazlardı.

''Ne...'' Konuşmaya çalıştıysam bile şaşkınlığım önüme bir duvar gibi çıkmıştı. Kesik bir nefes çekip tekrar denedim. ''Burada ne yapıyorsun?''

Elinde tuttuğu poşeti bana doğru uzattı. ''Arkadaşlar olarak biraz laflarız diye düşündüm.''

Afallamıştım. Beklenmedik bir anda burda bulunması yetmezmiş gibi konuşması duygularına dair en ufak bir ipucu bile vermiyordu. Ve ben artık yorulmuştum. Bütün gün boyunca tek başıma bu şekilde hissetmekten ve onun ne hissettiğine dair tek bir fikrim olmamasından yorulmuştum.

Hiçbir şey söylemeden uzattığı poşeti aldım ve onu içeri davet ettim. Yavaş adımlarla girişte ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdi. ''Amerika'da olman gerekmiyor muydu?'' diye sordum kapıyı kapatıp peşinden giderken. Odayı aydınlatan tek şey televizyonun yanındaki ayaklı abajurdu. Buraya sanki ilk defa gelmiyormuş gibi rahat bir tavırla kendini kanepeye bıraktı ve kollarını göğsünde birbirine dolayarak kafasını geriye atıp gözlerini kapadı. ''Kaçmam gerekti.'' dedi pek açıklamayan bir şekilde.

Cevaplar almak istiyorsam bu sefer çekingen olmayacaktım. Elimdeki biraları masanın üzerine bırakıp yanına gittim ve tam karşısına, sehpanın üzerine oturdum. ''Bana bak.'' Sesim ona karşı ilk defa bu kadar cüretkar çıkmıştı. Yine de bana bakmadı. Onun yerine sırıtarak ''Hala bana oppa dememekte inatçısın ha?'' dedi. Konuyu değiştirmesine izin vermeyecektim. Tekrarladım. ''Min Yoon Gi, bana bak.''

Bu sefer beni kaale alarak kafasını kaldırdı ve gözlerini gözlerimle buluşturdu. ''Buyrun efendim?''

Sesindeki alayı görmezden gelerek tam olarak gözlerinin içine baktım. ''Ne oldu?''

İç çekti ve koltuktaki rahat pozisyonundan ödün vererek doğruldu. ''Haberi görmüşsündür. Otelin önü bir anda dolup taştı. Haberi yapan da bir Amerikan magazin dergisiydi zaten. O günkü çekimler iptal oldu, ben de odamdan çıkamaz oldum. Sonra birkaç küçük yardımla buraya geldim.'' O kadar basit bir şeymiş gibi anlatmıştı ki sanki Seoul ve Los Angeles arasında on bin kilometrelik bir mesafe yoktu. Gözlerimdeki soru işaretlerini görmüş olacak ki devam etti. ''Seni görmek istedim ufaklık.''

İşte yine başlıyorduk. Beynim kalbime kendisini kontrol altında tutması için komutlar yağdırırken derin bir nefes alıp ayağa kalktım ve kendimce ondan biraz uzaklaştım. Verdiğim tepkinin ardındaki nedeni gayet iyi anlamış olacak ki o da ayağa kalktı ve peşimden geldi. ''Haber doğru değil Yu Jin.'' Söylediği değil de açıklama yapıyor oluşu içime biraz su serpmişti. Bu açıklama beklememin aptallık olmadığı gösterirdi.

Yine de ona inanmamak için kendimce nedenlerim vardı. Vücudumu tam olarak ona döndürüp tekrar gözlerine baktım. Cevabında içten olup olmayacağını bilmem gerekiyordu. ''Haberdeki kız o gün odandan çıkan kızdı, değil mi?'' İkisinin samimi olduğu fotoğraflarda kızın değil yalnızca Yoon Gi'nin suratı görünüyordu ama ben bir şekilde o gün gördüğüm kız olduğunu anlamıştım.

Beklemediğim bir şekilde duraksamadan ''Evet oydu.'' dedi. ''Ben de sana bunu anlatmak istiyordum.''

Açıkçası onu dinlemek için can atıyordum. Bana daha iyi hissettirecek bir şeyler anlatacağını umarak başımla kanepeyi işaret ettim. Onaylayarak kanepeye, az önce oturduğu yere döndü. Artık bira dolu poşeti getirdiği için ona minnettardım. Masaya bıraktığım poşetin içinden iki teneke bira alarak gidip bu sefer koltuka onun yanına oturdum. Uzattığım birayı elimden aldı ve ikimiz de biralarımızı açarak koltukta birbirimize döndük, sonra sanki aramızda bir anlaşma varmışçasına aynı anda birer yudum aldık.

Say Something // Min Yoon GiWhere stories live. Discover now