4

21 7 0
                                    


Gün ışığı...
Gün ışığı mı?

İri yarı bedenini hızla yatağından kaldırdı.
Bir Tutukçu asla gün ışığından sonra uyanamazdı!
Üzerindeki örtüyü hiddetle yere savurdu. Odasının camına doğru hızlıca ilerledi.

Işığın kuvvetini tartıyor ne kadar geç kaldığını hesaplamaya çalışıyordu.
Bu ne kadar basit bir hataydı böyle!

Tutukçular; karanlığın gerçek sahipleriydi. Onlara aydınlık yoktu. Onların hayatında iyiye dair hiçbir şey yoktu.

Burnundan soluyordu.
Tekli kanepenin üzerindeki siyah tişörtü aynı hiddetle üzerine geçirdi.

Odasının kapısını açıp salona ilerledi.
Salonun orta yerine konumlandırdığı
barfiks aletine tüm gücüyle asılarak aklından Tutukçuların yeminini tekrarlamaya başladı.

1- kendimden önce devleti koruyacağıma...

2- devleti her koşulda her zaman üstün tutacağıma...

3- benden sonra gelecek neslimi devlet için eğitip, yetiştireceğime...

4- devletin sırlarını açığa vurmayacağıma...

5-...

100- olmadığı zamanlarda bile devlet için her şeyi olduracağıma yemin ederim!

Ellerini bırakıp vücudunun aşağı düşmesine izin verdi.
Aklı neyle bu kadar meşguldü de uyanmayı unutmuştu.

İdeallerini sarsmıştı. Otuz yıldır her gün, babasının öğrettiği gibi, bir Tutukçu'nun eğitildiği gibi, gün doğmadan kalkıyordu.
Bu güne kadar...

Üniformasını giyindi. Evinin kapısını hızla açtı. Karşısına dikilen -sözde- yardımcısı, otuz iki diş gülüyordu. Tutukçu ona gözlerini devirdi. "Sakın tek kelime etme!" Diye işaret parmağını havaya kaldırarak sertçe uyardı. Karşısındaki adam, yirmi beş yaşında olmasın rağmen çok hırslı ve iktidar düşkünüydü. Öyle ki; başı olan karşısındaki Tutukçu'nun hata yapmasını bekliyordu.
Ve o hata yapmıştı hem de yapılmayacak kadar basit bir hata...
Genç adamın omzuna çarparak evden dışarı çıktı.

Bir kaç dakika sonra 3 numaralı gökdelenin önündeydiler.
Dün buraya getirdiği çocuklardan daha çok olabileceğini düşünüyordu. Sokakta olan çocuklar...

Önünde toplanan Tutukçulara ithafen, "Görevinizi biliyorsunuz." Çenesiyle siyah zırhlı araçları göstererek "Gidelim." diye onları teşvikledi.

Görev verme yetkisi ondaydı. Tutukçuların başıydı. Bu tesadüfi bir başarı elbette değildi. Babası doğumundan ölümüne kadar devletine hizmet etmişti. Sıranın oğluna geçeceği bilinen bir gerçekti.

En başa.
Tutukçuların en başına...

Fazlasında gözü yoktu olduğu konumdan memnundu. Hatta bu konumda olmasaydı da olurdu.
Bu elbette işine değer vermediğinin göstergesi değildi. Yanlızca basit sıradan bir Tutukçu da olabileceğini iddia ediyordu.

Ama babası onu tam bu iş için yetiştirmişti. En başa geçmesi için...

3 numaralı gökdelenin pislik inene gelmişlerdi. Aslında şehrin böyle yerlerini daha önce hiç ziyaret etmemişti. Bir hafta önce aldığı Emire kadar...

Bir ayaklanma başlamak üzereydi ve Tutukçu bunun sebebini çok kısa zamanda öğrenmişti. Çıkacak ayaklanmayı bastırmaya güçleri elbette vardı ama önce sorunu halletmeyi denemeliydiler. İyi yoldan...

Zırhlı araçlar gürültülü biçimde ilerlemeye devam ederken, gözleri sağ tarafta kalan çöplüğe takıldı.
Yanındaki yardımcısına "Durun" diye emir verdi.
Ani bir frenle tüm araçlar durdu. Baş Tutukçu kapıyı açıp aşağı indi. "Çöpleri buradan kaldırsınlar." Diye emir verdi. Elbette bu Tutukçuların işi değildi. Onlar emir verir ve gerekli olan kitle buraya gelip emiri yerine getirirdi.

ASLİNEWhere stories live. Discover now