SV_8

142 25 3
                                    

Oysa acı bir şey var bu dünyada
Ölüm var ki yüreğimde bu boşluğu yaratan biraz da odur.
Yanıbaşımda ölüp gitti dostlarım, ben bakakaldım.
Gözyaşlarının da bir yere gömüldüğü görülmüş müdür?

Ahmet Erhan

Hadi ! Hadi, kapat gözlerini ve hatırla

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Hadi ! Hadi, kapat gözlerini ve hatırla. En son ne zaman ölümü düşündün? Ne zaman kendine ölümü yakıştırdın?
Evet ! Tam da bunları düşün.  Meselâ soğuk taprağın temas ettiği uyuşmuş bedenini düşün, hisset. Artık açılmayacak olan, karanlığa teslim olmuş gözlerini düşün.
İşlediğin günahları düşün, yaptığın yanlışları hatırla ve bunlara karşılık gelecek olan azabı...

Pişman olacaksın ama asla ve asla bir geri dönüşü olmayacak! Azabın en yakıcı etkisi belkide vücuduna dokunacak. Kavuracak.

Hiç kimse istemez değil mi böyle bir azab? ... O vakit tövbe zamanı hadi dostlar tövbeye, tövbe vakti geçmeden. Gunlahlar iyice yerleşmeden, yalvaralım. Tövbe edelim... günahlardan pişman olmadan arınalım.  Yeniden doğalım, Sehere uyanalım...Sever Vakti'ne!

___

İçindeki acıyla elini buz gibi toprakta gezdirmeye devam etti.
Avcunun içine hapsettiği nemli ,soğuk toprağı sıktı. Gözlerini acıyla yumup dudaklarını birbirine bastırdı. Şu anda sesli sesli ağlamamak için kendisini olabildiğince sıkıyordu. Gözündeki yaşlar bu sırada hiç durmadan akıyordu.

Yüreğine sanki koca bi kor düşmüştü de etrafını yakmıştı ve yakmaya devam ediyordu.
Topraktaki eli yavaşça yukarı doğru tırmanıp buz gibi olan mermeri tuttu, mezarın içindekini tutamayacağını bildiği içindi bu hareketi.
O günü unutamıyordu ve asla da unutamayacak gibiydi. Beyni süreki bir film şeridi gibi kasedi başa sarıyordu.

Geceleri uyumaya korkuyordu Kübra, gözlerini kapatınca o geceye gitmiş gibi bir his oluyordu içinde. Yakan, acıtan bir histi bu. O karanlık, dar sokak her an onu boğacakmış  gibi oluyordu. Bir ölü düşüveriyordu göz çukurlarına. Dostunun ölü bedeni vardı gözünün önünde. Onu öyle çok özlemişti ki bu hasreti şu nemli toprak geçirmiyordu. Geçiremezdi de...

Ne zor koymuşlardı onu bu buz gibi ,zifiri karanlık toprağın altına. Kübra o gün "beni koyun ama onu koymayın "diye yalvarmıştı. Yine olsa yine yalvarırdı. O soğuğu sevmezdi ki ,karanlıktan korkardı. Onu neden oraya koymuşlardı ki,keşke koymasalardı.
Gözlerinden akan yaşları umursamazca silip burnunu sesli bi şekilde çekti. Ağlamayı aslında hiç sevmezdi ama 6 yıldır her gün vazgeçilmez olmuştu ağlamak.

Topraklı ellerini dizlerine koyarak ayağa kalktı. Dizleri uyuşmuştu. Ayaklarını yere ağır ağır basarak yürümeye devam etti. Ilk önce eve gidip topraklı feracesini değiştirmesi lazımdı sonra da Sahaf a geçecekti.

Kübra dalgın bir şekilde yürürken onu uzaktan yarım saat boyunca izleyen birisi vardı. Hiç gözünü ayırmadan izlemişti kızın hareketlerini. Neden dir bilinmez onu bu kıza çeken bi şeyler vardı ve her geçen gün güçleniyordu.
İlk başta merak etmişti bu kadar erken bir saatte mezarlıkta ne işi var diye yani böyle düşünerek onu takip ettiğini düşünüyordu.
Onun çekimine kapıldı için değildi yani kendisini öyle kandırmaya çalışıyordu.

Kandırıyordu da...

Bu sırada mezarlığın ucunda ki paslı kapıya doğru ilerleyen kızın peşine takıldı. Uzaktan takip ediyordu ama izini kaybetmeyeceği bir mesafedeydi.
Onun bu yıkılmış halini görmek istemsizce kendisini de yıkıyordu gerçi yıkılmış, yerlerde sürünmüş birisi daha nasıl yıkılabilirdi.

Zifiri gözlerini genç kızdan ayırmıyordu.
Onu tanıyalı uzun bi zaman olmuyordu lakin merak ediyordu. Gördüğü yerde takip edebiliyordu kendisine engel olamıyordu. Bu düşüncelerle adımlarını olduğu yere sabitledi. Şimdi kaldırımın ortasına oldukça uzun boyuyla dikiliyordu.

Babası gibi öfke kontrolü yaşamaktan korkuyordu, ilerde aynı şeylerin olduğunu hayal dâhi edemiyordu. Birisine bu zamana kadar bağlanmamıştı ve bağlanmayacaktı.

İri ve oldukça hızlı adımlarla mezarlığa geri döndü. Mezarlığın paslı kapısını açarken çıkan gıcırtı ölülerin sessiz mekanını seslendirmişti.

Aslında bu mekan hiç de sessiz değildi ne hıçkırıklar vardı duyulmayan, ne çığlıklar vardı duyulsa kulağı patlatacak olan...

Nemli toprağın üzerine basarak mezarlığın orta taraflarında bir yere geldi. Karşısındaki tek mezar ama çift ağırlık yapan o mezardı.

Toprağın üzerinde renk renk güller vardı. Kesinlikle bunları kardeşi ekmişti. Yüzündeki ifadesizlik istemsizce acı dolu bi tebessüme dönüştü. Mezar taşına elini koyup iç çekti.

Artık zifiri gözlerinde iki ruhun acısı vardı, hissedebiliyordu. Boğazına takılan acı yumru yüzünden yutkunamadı. Sesinin boğukluğuna engel olamadan konuştu "Anne meleğimize iyi bak, çünkü ben burda ki emanetine bakamıyorum."sesi kısılırken konuşmuştu.
"Ben ona anne olamadım anne! Ben annesizken nasıl ona anne olabilirim? "

Gözlerini acıyla yumdu "Kızın eksik büyüdü anne!"
Avcuna biraz toprak alıp eliyle iyice sıktı."Ne kadar çabalarsam çabalayayım Zeynebin yüreği annesiz"

Sonrasında...

Genç kız üzerini değiştirmiş birazdan Sahafa geçecekti.
Elini ağrısı geçmesi için başının üzerinde gezdirdi, ağrı hafiflememişti bile.
Kenar kıvrımları mor taşlarla süslenmiş aynaya son kez bakıp elindeki anahtarı çantasına koydu. Ahşap dolabın üzerindeki telefonunu da alıp evden çıktı. Evin bahçe kapısından çıkarken beyni geçmişe kayıp duruyordu. Sanki acı bir şaka gibi beyni her anı aynı şekilde hatırlatıyordu. Acısı hiç geçmemişti fakat bu şekilde yarası her an deşilirken acısı hafiflemiyordu da.

Dostu, arkadaşı, sırdaşı, dettaşıydı o mezarda yatan. Bu düşünceyle tüyleri diken diken oldu. Ne tatlı bir kızdı. O zamanlar 18 lerindelerdi, lise bitmişti neredeyse. Çok istedikleri gibi okuyup meslek sahibi olacaklardı. Fakat kaderin yolları dikenlerle dizilmişti. O dikenlere takılıp düşmek kaçınılmazdı. Ve zaten kaderden kaçamamışlardı.

Kübra'nın arkadaşı öyle güzel bi kızdı ki onu doğru düzgün anlatamazdı. Kısaca melek gibiydi diyebiliyordu. Zaten bir Melek ti,aynı ismi gibi. Meleğin yüzü de kalbi gibi temizdi.

Kübra'nın kulaklarına o zamanlar Meleğin sesi çok hoş gelirdi. Gerçekten güzel sesi vardı lakin bu düşüncesi çok geçmeden acıyla bozulmuştu.

O karanlık gecedeki yıldızlar bile utanmışlardı belki bu yüzden o gece yoktular.
O karanlık gecede kuşların sesi bile yoktu. Sadece duyan kulakları sağır edecek olan çığlıklar vardı. Acı çığlıklar...

O gece nasıl bir sağnak yağmıştı. Ruhların ağırlığını mı temizlemek istemişti?  Belkide.

 SEHER VAKTİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin