•sandıklara bırakılan sadakalar

128 15 43
                                    

tw! bu hikayede cesetler, yamyamlık, çocuk ölümü vardır!

patricia'da nemli ve sıcak bir öğlen gerçekleşiyor yine. bu küçük ve kimsesiz kıyı kasabasının sakinleri teker teker yerlerini almış, işlerinin başına geçmek üzere saatler öncesinden dükkanlarına kurulmuş.

kimisi çoktan topladığı pas tutmuş kovaları ile balıkçı teknesine doğru yürürken, kimisi ise oltaları ile babalarının beşine düşmüş. küçük oduncular var, tandır içerisinde yaralı elleri ile hamur pişirmeye çalışan yaşlı kadınlar, teyzeler var. okul nedir bilememiş, çamura puslu gözlerinin resmini çizmeye çalışan ufak tefek çocuklar ve onların çamaşırlarını yıkamak için ormanın derinlerindeki nehirlere yola koyulan anneleri...

geri kalanların ise çok büyük bir çoğunluğu çiftçi, işçi.

sabahları başlar kasabanın erkeklerinin koşuşturmalı tarla serüveni. kıyı kesiminin yakınlarında bambu ve pirinç yetiştirirken, içlere doğru bu yerini buğday ve pamuğa bırakır. şaşırmamak gerekir burada olan herhangi bir şeye. demedik ama anlamanız gerekir. sıradan bir kasaba değildir burası. hiçbir zaman da olmayacaktır. sıradanlık tandırlarda olur, tarladaki buğdayın sapında, nehir kenarına çömele durmuş kadınların ellerindeki çamaşırlarda olur. fakat asla kasaba halkı için söylenemez.

evler genelde toplanılan bambulardan ve ormandaki keresteler ile yapılmış beton değmemiş yapılarken, eşya diye bir kavram çoğu ailede yoktur bile. halk oldukça fakir, kıt kanat geçinen ve boğazından geçecek lokmayı zar zor elde edebilir bir haldedir. ellerinde olan kısıtlı ürün ile hayatlarını sürer gider, bir gün bile dillerinden kadim tanrılarının ismini düşürmezler.

patricia sakinlerinin canları değersizdir. onlar her ne kadar bulundukları topraklardan göç etmeye alışık olmasalar da -bunu bir ihanet olarak nitelendirirler- bedenlerinden göç etmeye yeterince alışıktırlar. uğurlarında can verecekleri bir amaçları her zaman olmuştur. onlar, gözlerini açtıkları vakitten itibaren ölmek için doğmuşlardır. kalanların günahlarının bedelini saf olanlar ödeyecek, kadim tanrı sadece onları yanına çekip alacak ve geriye kalanları ise derileri pul pul döküleceği güne kadar yaşatacaktır. kasabanın genel inancı bu yönde. çocuklarını yetiştirmelerinin tek amacı budur.

fakat dürüst olmak gerekirse onları pek de yetiştirdikleri sayılmaz. onları kümese tıkılmış birer tavuk gibi beslerler. önlerine yemlerini koyar, içmeleri için nehirden su getirmelerini söylerler. nehir suyu isterse çamura çanak tutmuş olsun, isterse hastalıktan kırılsın. aileler çocuklarına kadim tanrının önüne gidecekleri güne kadar iyi bakmaz. kabil ve habil hikayesi onlar için ters yönden işler.

habil ve kabil her ne kadar tanrılarına en iyi ürünleri götürmekle mükelleflendirilseler de bu denklemde işler böyle işlemez. ailelerin tanrıya kurban etmek üzere seçtikleri çocukları onlar için üründür, fakat buna kıymet verip de evlatlarının üzerine düşmezler. yarın ellerinden kayıp gidecek bir yabancı damgası yapıştırırlar doğdukları gün onlara. günün sonunda ise bir sadaka gibi sandıkların içlerine bırakılırlar.

çocuklar yedi yaşına bastımı içleri tuhaflaşır, dokuz oldumu gözlerini kırpmayı unutur, on yaşına bastımı tırnaklarını yolmaya başlar, on üç yaşına bastı mı efkarlanırlar. sarsıcı bir kabullenme dönemi de denebilir buna. gittikçe sizi korkutan bu evre uzun bir süre sonra sadece yüreğinizin bir parçasını yakıp durur. küllerin yaptığı ağırlıkla bindiğiniz o daracık tahta bavul içinde bir sağa bir sola savrulur durursunuz.

çocukların tüm bu yok edici ızdırabı yaşamasının sebebi ise yıllar önce köye ayak basan sırtında siyaha boyanmış pars derisi, ayaklarında parmak arası bülbül tüyünden terlikleri ve kafasında renkli hasır şapka taşıyan bir yaşlı şamanın kehanetleri.

Patricia'nın Çocukları ; JilixWhere stories live. Discover now