-tears in heaven.

246 41 11
                                    

bu bölümde bahsedeceğim şarkının hikayesi kısa olsa da etkileyici.

1991 yılında annesinin 53. kattaki dairesinin camından düşüp hayatını kaybeden dört yaşındaki oğlu connor için eric clapton'un yazdığı mükemmel şarkıdır.

hikayesi bu kadar olan şarkının sözleri her şeyi açıklıyor kanımca.

Would you know my name?
If I saw you in heaven
Would it be the same?
If I saw you in heaven I must be strong
And carry on
'Cause I know I don't belong
Here in heaven would you hold my hand?
If I saw you in heaven
Would you help me stand?
If I saw you in heaven I'll find my way
Through night and day
'Cause I know I just can't stay
Here in heaven time can bring you down
Time can bend your knees
Time can break your heart
Have you begging please
Begging please beyond the door
There's peace, I'm sure
And I know there'll be no more
Tears in heaven would you know my name?
If I saw you in heaven
Would you be the same?
If I saw you in heaven I must be strong
And carry on
'Cause I know I don't belong
Here in heaven

defterimi kapatıp kilitli çekmecemi açtım, defteri koyup kilitledim çekmeceyi ve odadan çıktım. bugün kendimi çok daha iyi hissetsem de evin rahatlığına alıştığım için dışarı çıkasım yoktu. televizyonumun karşısında tarçınlı kurabiyelerimi yerken sütümü içmeyi planlamıştım. tabii çalan kapımla planlarımın bozulması bir saniye sürmüştü.

yine taehyun'un geldiğine çok emin bir şekilde kapıyı açtım. elinde poşetlerle nefes nefese kalmış sarışını görünce güldüm. söylene söylene içeri girmişti. ettiği küfürleri saymıyordum bile.

"asansör de tam bozulacak zamanı buldu. hayır yani ben gelmiyorken bu kadar bozulmuyordur."

"ne yalan söyleyeyim, bozulmuyordu."

gülerek söylemem onu sinir etmiş olacak ki salona giderken arkamdan ettiği küfürleri duyabiliyordum.

"bakıyorum da iyileşmişsin."

"gizli tarifli çorban çok işe yaradı. yalnız, o kadar yemek yapmışsın ki günlerdir ye ye bitmiyor."

"ne güzel işte, aç kalmazsın."

elindeki bira kutusunu açarken kendini koltuğa attı. aynı kekolara benzediği için gözlerimi devirmek zorunda kalmıştım. neyse ki telefonuma gelen bildirim daha fazla sinirlerimin gerilmesini engellemişti.

yeonjun ve soobinle olduğumuz ortak gruba mesaj gelmişti. yeonjun'un vizeleri başladığı için ders çalıştığına dair kanıt atıyordu bize. hiçbir zaman ders çalıştığına inanmıyorduk soobinle birlikte. her gün paylaştığı bar hikayeleriydi bu düşüncemizin temelini oluşturan şey.

yeonjun'dan geri kalmak istemeyen soobin de ders çalıştığına dair bir fotoğraf atınca tek enayinin ben olduğuma karar verdim. gerçekten, neden ders çalışmıyordum?

neyse, diyip telefonu yanıma koydum. suratımdaki salak sırıtmayı taehyun baktığında fark ettim. hemen dudaklarıma vurup gülmemi durdurmaya çalıştım.

"neye sırıtıyorsun öyle?"

"yeonjun, üniversiteye başladığından beri her gün bir bara gider ve hikaye paylaşır. vizeleri başladığı için ders çalıştığına dair fotoğraf atmış bize. zamanında çok zorbaladık, ders çalışmıyorsun, diye. aklınca bizi inandırmaya çalışıyor."

cigarette on your lips {taegyu?}Where stories live. Discover now