Sedu 4. Bölüm

3.3K 255 73
                                    

Duyduklarımın şaşkınlığı ile elim ayağım birbirine dolanınca, bir anda Serap'ın henüz önüne yeni koyduğum kahvesini üzerine dökmüştüm. Serap'ın tiz çığlığı tüm plazada yayılırken ne yapacağımı bilememiştim. Tam rezilliğimden dolayı ordan kaçmak isterken gözümü açıp kapamamla Serap'ın eteğindeki kahve lekesinin temizlenmiş olduğunu hatta ve hatta kahvenin tamamının hala bardakta olduğunu gördüm! Ama bunlar nasıl olabilirdi? Daha bir kaç saniye önce Serap sinirden kıpkırmızıydı. Şimdi ise düşüncelerini yeniden yoklamamla hala adının Yiğit olduğunu öğrendiğim okyanus gözlüyü düşünüyordu.

Selim Bey'e baktığım zaman bana çevrili gözlerinden şaşkınlık okudum. Yiğit ise Selim Bey'e göre daha derin ama bir o kadar da düşünceli bakıyordu. Artık o odadan çıkmam gerektiğini farkedip tepsimle beraber dışarıya çıktım. Biraz önce içeride ne olup bittiğini hala idrak edememiştim. Yoksa bir hayal miydi gördüklerim? Yada kısa süreli bir rüya? Ama eğer öyle bir şey yaşanmamış olsaydı, nasıl bir anda Yiğit ve Selim'in bakışları değişebilirdi ki? Demek ki ortada yine benim anlamadığım bir şeyler dolanıyordu. Belki de yeteneklerim sadece düşünceleri duymakla sınırlı değildi. Bu demek oluyordu ki zamanı geri sarabiliyordum. Düşünceleri duyabildiğime bile yeni yeni alışmışken bu biraz fazla değil miydi? Lütfen bunlar bir rüya olsun, lütfen lütfen...

Bir dakika. Madem zamana da hükmedebiliyorum, o zaman bir gece öncesine gidip o dileği dilediğim anı değiştirebilirdim. Böylece yeniden, sıkıcı ama dertsiz yaşamıma dönebilirdim. Kesinlikle çok mantıklıydı. Bunun üzerine biraz önce içeride yaptığım gibi zamanı geri almaya çalıştım fakat hiç bir şey olmadı. Niye bu yeteneklerin bir kullanma kılavuzu olmaz ki? İlla ki binbir yolunu deneyip biz mi bulacağız çözümü?

Başka bir yol denemeliydim. Nasıl olmuştu biraz önce; Serap'ın üzerine kahve döktükten sonra gözlerimi açıp kapamamla zaman geriye akmıştı. Evet, işte buydu! İstediğim şeyi düşünürken, gözlerimi açıp kapayacaktım.

Bulduğum çözüm yolu ile gözlerimi açıp kaparken hala bulunduğum zamanın değişmediğini gördüm. Pes etmek yoktu, bunu başaracaktım. Bu sefer kendimi kaptırıp daha fazla gözümü açıp kapayarak odaklanmaya çalıştım ve galiba bu kez olmuştu. Yada ben bir gün öncesine döneyim derken cennete falan mı ışınlanmıştım? Yoksa karşımdaki yakışıklının başka türlü bir açıklaması olamazdı. Dur bir dakika...

"Yiğit... Yani Bey, Yiğit Bey."

Evet. Ben hala toplantı odasının önünde dikilip saçma hareket girişimlerinde bulunurken, Yiğit dışarıya çıkmış ve benim tüm rezilliğimi görmüştü. Ben ise karşısında ne diyeceğimi bilemeyip ismiyle seslenmiştim. İsmi ile mi seslenmiştim? Ne yaptım ben, adam adını bildiğimi bile bilmiyor işte şimdi yandığım an! Keşke ne düşündüğünü de duyabilsem şu an.

Başımı utançla Yiğit'e çevirince el kol hareketleri ile benimle iletişim kurmaya çalıştı. Sanırım işaret dili ile bana bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Neden bilmiyordum ki işaret dilini? O kadar üniversite bitirip, İngilizce ve Almanca'yı ana dilim gibi konuşurken niye işaret dilini de öğrenmemiştim ki? Ah şimdiki aklım olsa... Ama geç olsun, güç olmasın. Bir hafta içinde öğreneceğim işaret dilini, o zaman Yiğit'in de söylediği şeyleri anlayabileceğim. Ama asıl önemli olan şu an ne dediğini bilmem gerekiyor.

Ben yüzümü asmış, dudaklarımı büzmüşken Yiğit'in cebinden çıkardığı telefonla bir şeyler yaptığını gördüm. Telefonunu bana çevirdiği zaman ekrandaki, "Taze çay var mı acaba?" yazısını okudum.

Çay mı? O da nerden çıkmıştı ki şimdi? Bana bunu mu soracaktı? Kendimi hayal dünyasına kaptırırken ne çabuk unutmuştum şirketin çaycısı olduğumu. Adam başka ne isteyebilirdi ki zaten benden?

Seni Duyuyorum!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin