Hüsn-ü Safsatalar

4 2 0
                                    

mayday! mayday!
This ship slowly sinking!

Yıllar önce bir dostuma yalnızlığı ne kadar sevdiğime dair methiyeler dizmiştim. O da demişti ki ''Marry sen yalnızlığı sevmiyorsun, sen yalnızlığa bağımlısın.''

Eh... Sigaraya da bağımlıyım ama onu sevdiğim için bağımlı olmadım mı? Veya beyefendiye bağımlılığım onu sevmemle başlamadı mı?

Safsataları bıraktım. Sanırım yalnızlığı seviyor değilim. Ona muhtacım. Tıpkı lanet okuyarak çıkıp gittiğiniz okullarınız işleriniz gibi... Muhtacım çünkü beni hayatta tutuyor. Hayatta kalmanın tek yolu zihnimin içine saklanmak...

Bir kaç gün önce ise başka bir şey keşfettim. Aslında yalnızlıktan nefret ediyorum. Ve zihnimin içinden de... Kafamı bir yerlere bırakıp kaçmak istiyorum :D Keşke bu sözlerimde ufacık bir mübala olsa.

Dolu dizgin anlatmak istediğim nice sözüm vardı. Boğazımda dizili kalıyordu. Öyle ya kendi kendine konuşmak pek de hoş değildir. Şimdi ise bomboş bir kabuğa dönüştüm. Yazacak, konuşacak, belki çığlık çığlığa bağıracak tek kelime kalmadı yüreğimde.

Bir şey hissetmiyorum. Duygulardan yoksun bom boş bir kabuğum. Ölüyorum ama görmüyorlar.

Öyle bir noktadayım ki... Dinlenmem gerek. Kendimi derin bir yatağa bırakmalıyım. Günlerce saatlerce yıllarca uyuyabilirim. Hastalıklı zihnim nice kabus gösterir bana, nice düşte gezerken gülmekten yorulurum belki. Tüm bunlar olup biterken, zihnimin dışındaki dünya bambaşka bir şekle bürünür. Alaca güller bir şarmaşık olup sarar ucube kalemi, camından tırmanıp da yatağımın başına kadar uzanır dikenleri. Öyle bir hal olur ki adım unutulur belki. Ya da kader bana gülüverir bir rivayete, bir hikayeye, hatta belki bir efsaneye dönüşürüm.

''Şu kızılca dağın ardında vaktiyle bir kale varmış, içinde tembel çirkince bir kız, niyet etmiş güzellik uykusuna yatmış. Kız o kadar çirkinmiş ki ne kadar uyursa uyusun, ne ruhu temizlenmiş ne de karanlık yüzü. İşte böyle yıllar geçmiş. Rivayet bu ya olur da bir umut öperse yanağından kız uyanacakmış derler. Tembelliği bir tüy gibi uçup düşecekmiş üzerinden, kapkaranlık yüzü güneşten bir damla gibi parıldayacakmış.''

Ne de güzel olurdu? Ne de güzel dinlenirdim, atardım atalet hırkasını üzerimden. Uyanır uyanmaz koyu bir kahve demlerdim. Sonra geçerdim klavyemin başına size neler neler yazardım.

Hikaye, fantazi biraz da efsane... Hepsi hüsnü safsatalarımdan ibaret.

Öyle ya umudun işi mi yok? Gelip de dokunacak somurtmaktan katılaşmış yanağıma.

Hayal işte. Ne ben öyle uyuyabilirim, ne de bir umut kırıntısı gelir de kaldırır yatağımdan.

Anlayacağınız iş yine başa düştü.

Hüsn-ü SafsatalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin