Bölüm 2

3.3K 68 11
                                    

     Saat 11'de gözlerimi beyaz tavana açıyorum. En azından sabahın 6'sında uyanmak zorunda olmadığım bir cumartesi günü. Cumartesi günlerini hep sevmişimdir. Dün geceki mesajı bildirim çubuğundan silerek başlıyorum güne. Bu adam çok garip gerçekten. 2 seneye yakın bir süredir ayrıyız fakat neredeyse her gün mesaj atıyor. O benim hayatımı mahveden kişi. Şimdi şunu soruyor olabilirsiniz; hayatını mahveden birinin gönderdiği mesajlara neden bakma gereği duyuyorsun. Numarasını engellemiş olsam da bakmaktan kendimi alamıyorum. Geçmişime bağımlı bir insanım. Geçmişteki günlerde yaşıyorum ve bunu aşamayacağımı biliyorum. Yaşadığım acılar günden güne karakterime güç katıyor. En azından ben öyle hissediyorum.

Bu tatsız hikâye 2 sene önce başladı. Enes'le Muğla'da (doğduğum yer) tanıştık. Bana deli gibi âşıktı. Ne istersem yapar, ikiletmezdi. Onun bana yaşattığı kusursuz hayatta tek görevim bacak bacak üstüne atıp sihirli erkek arkadaşıma dileğimi söylemekti. Bir erkeğin parası olduğunda yanındaki kadını memnun etmesi kolay oluyor. Bir ilişki neden biter? Ya da dışarıdan bakıldığında oldukça güzel gözüken bir ilişki neden biter? Aldatıldım mı? Hayır. Aldattım mı? Hayır. Keşke aldatılsaydım. Ben tecavüze uğradım. Sevdiğiniz insana hayır dediğiniz hâlde, sevgilisi olduğunuz için size dokunma hakkı var mıdır? Ya da bir kez evet demiş olmak hep demek zorunluluğu getirir mi? Ya da başka bir açıdan bakalım; 

Hiçbirine kendinizden çok güvendiniz mi? Ben güveniyordum. Ama o gece hayır demiştim. HAYIR! İSTEMİYORUM! Bu kadar kolay olmamalıydı. Bir kadının bileğini tutuponu hareketsiz kılmak ve onun zayıflığından yararlanmak. Çok adice! Bir erkeğin "İstediğim gibi dokunabilirim o benim sevgilim." diye düşünmesi bu dünyada her günüme lanet okumama sebep oldu. İşte ben bu adamın bana attığı mesajları okumaktan vazgeçemiyorum. O kadar yalnızım ki düşmanım olması gereken kişinin bile bir mesajı "Ben varım ve hatırlanıyorum." hissiyatı veriyor. O geceden sonra depresyona girdim sabahlara kadar ağladım falan demeyeceğim. Bu acı ve utanç tüm hayatıma yayıldı. O evden çıktıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi yürüdüm. Kimseye bu durumdan bahsetmedim. Bahsedemezdim çünkü oraya kendi ayaklarımla gittim. Beni anlayabilecek kimse yoktu. Hâlâ yok. Babama söylesem belki de intikamımı alabilecek cezalar verilebilirdi. Ama bana yapışan damganın cezası 10 yılda da geçmeyecekti 100 yılda da. Güldüm. Hatta kahkaha attım. Ve ondan sonraki her günümü kahkaha atacak bir şeyler bularak geçirdim. Ama kimse bilmiyordu ki her kahkaha attığımda derim kazınıyormuş gibi acı çekiyorum. Her gün kendimden biraz daha nefret ediyorum. Her hoşlandığım erkeği bilinç altımdaki profil yüzünden yanlış seçiyorum. O günden sonra bedenimle barışamadım. Süsleniyorum evet. Erkeklere veya diğer insanlara kendimi beğendirmek için değil. Aynaya baktığımda mutlu olabilecek bir şeyler bulabilmek için. Kimseye kalbimi açmadım, açamadım. Tek açtığım vücudumdu. Birini görürüm, beğenirim, birkaç gün veya birkaç ay sürer ve daha sonra biter. Hayatım uzun süredir bu şekilde devam ediyor. Çünkü; aynada vücuduma baktığım her an birini sevdiğimde bana ne yaptığı aklıma geliyor. Bir kişinin yanlışını tüm insanlara genellediğiniz de dünya kötü bir yer olmaya mahkûmdur. 

Ama inanır mısınız? Hayat devam ediyor. Hiç kimseye anlatamadıkların her an içinde kanser hücresi gibi büyüse de dışarıya gülümsemek zorunda kalıyorsunuz. Yoksa "Sana ne oldu?" sorularına samimiyetsiz cevaplar verme alışkanlığına sahip olabilirsiniz. Kötü olan tarafı ise; kimse altta yatan gerçek derdinizi öğrenmek istemez. 

       Bugün Ece'yle buluşuyoruz. Aslında pek sevmediğim ama zaman geçirmek için arkadaşlık oyunu oynadığım tatlı ve dedikoducu biri. Genelde hepimiz böyle yapmıyor muyuz zaten. Kimse kimseyi fazla sevmese de, güvenmese de hoş vakit geçirmek için birbirimizin yüzüne gülebiliriz bence.

LEKE (+18)Onde histórias criam vida. Descubra agora