0.7 | bazen

739 72 73
                                    

Altay bana, ben Altay'a, Buğra ise ikimize bakıyordu.

Ben "Yok artık..." diye mırıldanırken öylece donup kalmıştık hepimiz. Şu an bir yerlerden ablamın, hatta annemin çıkmasına bile daha az şaşırırdım herhâlde. Altay tamamen beklenmedik bir isimdi.

"Eyvah," dedi ve bakışmalarımızı sonlandıracak o cümleyi söylemiş oldu Buğra. Yüzündeki ifade fazlasıyla gevşek duruyordu, bu yüzden bu işin içinde bir şey olabilme ihtimali yayıldı beynime. Tam da bunu destekler gibi, "Yakalandık." dediğinde iyice karıştı kafam.

Ben ikinci söylediğine karşılık anlamsız bir surat ifadesiyle Buğra'ya dönerken Altay o kadar mesafeye rağmen uzanıp Buğra'nın ensesine bir tane şaplak atmıştı. Tam cuk oturan bir şaplak hem de.

"Metresin miyim lan ben senin?"

Buğra sırıtarak "İsterseniz bu konuları merdivende konuşmayalım." diye bir öneri sunduğunda -sanırım bir şaplak daha yememek için- birkaç adım geri çekilip Altay'ın menzilinden de uzaklaşmıştı. Merdiven çıkarken de önce beni yolladığı için Altay'la karşılıklı duran tek kişi bendim anlık olarak.

Bu nedenle yüzündeki yorgunluğu ve bastıran uyuma isteğini görebiliyordum. Neticede bugün maç vardı, başıma bela açan maç... Ve o, maçtan çıkıp gelmişti.

Ama niye gelmişti? Burada olaylar tıkanıyordu işte.

Buğra'yla pek yakın olmasak da en azından Altay'la herhangi bir muhabbeti olmadığını bilecek kadar tanıyordum onu. Ya da görünen o ki, yalnızca tanıdığımı sanıyordum.

Altay'dan gelen yoğun parfüm eşliğinde Buğra'ya kapıyı açabilmesi için yol verdim ve biraz geri çekildim fakat Altay da aynısını yaptığı için yine aramızdaki mesafe sıfırlanmıştı. Arkamdaki duvara yaslanıp Buğra'nın anahtarını bulmasını beklerken o da bir şey söyleyip söylememek arasında gidip geliyordu sanki. Kafam daha fazla olay kaldırmayacağı için üstelemek istemiyordum ama merakıma da engel olamıyordum doğal olarak.

"Geçin bakalım." dedi Buğra, açtığı kapıyı ileri itip bizi buyur ederken. Altay bana öncelik verip eliyle geçmem için işaret yapmıştı ama ben de ona aynısını yaptığım an yine kapı eşiğinde dikilip kalmış olduk.

"Sen geç..." dedim yorgun bir ifadeyle. Aradaki resmiyeti bile bir anda silip atmıştım bunu söylerken. Bir de kelimeleri ayarlamakla uğraşacak gücüm yoktu hiç.

"Yok, öncelik senin." dedi Altay da. Üslup konusunda bana ayak uydurmuştu ve belli ki o da inat edecekti.

"Yok yok, sen misafirsin, sen geç."

"Sen değil misin sanki?"

Biz meydan okur gibi bakıştığımız esnada "O zaman önce ben geçeyim." diyerek ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi Buğra. Bakışlarım kısa bir an ona döndüğünde, "Böyle yaparsan sabaha kadar burada dikiliriz." diye üsteledi Altay.

Daha fazla uzatmamak için ayakkabılarımı çıkardım ve içeri doğru adımladım. Giriş kısmını incelediğimde kocaman boy aynası dışında pek fazla bir şey göze çarpmıyordu.

Altay da içeri girdikten sonra kapıyı kapatmış ve Buğra'nın yönlendirmeleriyle salona geçmiştik. Daha çok beyaz ve tonlarının baskın olduğu bu salon içimi ferahlatmıştı biraz. Kendi evime gri tonları hâkim olduğundan çoğu zaman içim daralırdı ve buna bir çözüm bulamazdım. Belki de kendi duvarlarımı da beyaza boyamalıydım artık.

İkili koltuğun bir ucuna oturduğumda Buğra yanıma, Altay ise tam karşıma geçmişti. Ortamda gergin bir sessizlik oluştuğu için daha fazla dayanamadım ve konunun açılması için "Eee..." dedim ortaya doğru. "Anlatın bakalım."

asparagas | altay bayındırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin