ALTINCI BÖLÜM

410 34 57
                                    

Oy vermeyi unutmadan.
Yorumsuz geçmeden.
Keyifli okumalar.

İnce iplikten ördüğüm kalbim, şimdi halat zincir olmaya başlıyordu. Buradayım, bu şehirde. Bilmiyorum, devamı nerede. Dünyanın derdi ben değil, dünyanın derdi benim aslında. En ufak bir yara sanki benimmiş, ağlayan bir çocuğun gözyaşı aslında yüreğimden akmış ruhumu çatlatmış. Dudaklarım kan revan olsa
başkası korkmasın diye her kanı yutar boğazımdan geçirirdim.

Herkesin dünyaya bir geliş nedeni var. Önceden belirlenmiş bir hayat, o hayatın gidişatını çizen kader eklenmiş. İmtihanın bol olduğu çukurlarda herkes dönüp bakıyor ki benim nasibim ne?
İmtihan nasibi, zira ne yemeye, ne içmeye, zevk edip günü gün etmek için geldik kara yüzü olan yeryüzüne.

Kalbimiz bir yerde, en sevdiğimiz için ağır gelir. Uykuları haram eden, yaşamı tam o an durduran.

Dudakları kenarında bir gülüş yok, bakmıyor, gözleri açılmıyor. Tam o sıra dünyanın kahredici yüzüyle tanışıyor insan. Cengiz Çelebi adıyla başkalarının acısına koşmanın kendi acımla eşit olduğuna sanırdım hep. Değilmiş meğer, herkesin göğsünü zorlayan dert en çok kendisine ağır, en çok kendisine zararmış.

Ayakta dikilen bedenim başının üstüne ellerimi bırakmıştı. Saçları özensiz şekilde iki omzuna dağılmış, sanki canımı daha çok yakmak ister gibiydi. Boynu biraz sola yatmış yanında olduğumdan bihaber öylece duruyordu.

Sahra, bayıldığı saatten bu yana hâlâ kendine gelmemişti. İlk müdahale yapılmış, tahlilleri alınmış sonucu bekliyorduk. Yeni takılmış serum damla damla akıp vücuduna dağılmaya başlamışken odanın içerisinde bulunan ve bizim tarafımıza bakma gereği duymayan Bircan Talu telefonuyla daha ilgiliydi. Birilerini arıyor, mesajlar yazıyor ama asla kızı için telaşa kapılmıyordu. Yine de annesi olduğunu söyleyip odaya gelmiş, öylece oturmayı herkesten önce başarmıştı.

Şiddetli bir baş ağrısı kendini inceden peyda etmeye başladığında servis odasının kapısı açılmıştı. Doktor Sezen Haliç elinde sonuçlarla içeri girmiş, o dakika tüm ağrı başka tarafa çekilmişti. Güle yüzü hiç bozulmadan bakışları sergilerken nedensiz içimdeki telaş diniyordu. "Cengiz," dedi beni bulan gözleri. "Sahra henüz kendine gelmedi sanırım?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Pekâlâ, öncelikle telaş edecek bir durum yok. İçiniz rahat olsun." dediğinde arkamda bir gürültü çıktı. Bircan Talu oturduğu yerden hışımla kalkmış, benim önüme geçmiş- yetmemiş sanki hakkı varmış gibi doktorun yanına yaklaşmıştı.

"Kızımın neyi var Sezen?" dedi, hiddet içeren tavrı epey bir yapmacık gelmişti. Aralarında yılların getirdiği bir yakınlık derecesi olduğundan doktora adıyla hitap etmesi şaşırılacak bir konu olmadığından Sezen gözlerini ondan çekti.

Elindeki kağıtlara baktı. "Sahra tüm hastaneyi korkuttu Cengiz," dedi içi rahatlamış vaziyette. "Biliyorsun gözümüzün bebeği kendisi..." dediğinde yüzü güldü. Yalnızca sizin mi göz bebeğiniz, yalnızca sizin için mi? "Hipertansiyon hastası olduğunu zaten bilirsin, strese bağlı bir tansiyon hemen ardından burun kanamasını getirmiş." Nefes aldığımı hissettim. "Ara ara bu kanamaların olması normal, yılda kaç kez olur, daha önceki yıllarda aynı şekilde." Bilmiyordum çünkü daha önce yanımda böyle şey yaşamamıştı. Hastalığını elbette biliyordum ama kanaması, bayılması onu kısa süredir tanıdığımın açıkça kanıtı olmuştu. Kendimden gerçek manada nefret etmeye başlıyordum.

"Burun kanaması yalnızca tansiyon hastalığından, öyle mi?" Onaylar derece başını salladı. "Baygınlık geçirmesi?"

Sezen biraz duraksadı. Dudağının kenarına bilmediğim bir gülüş eklendiğinde hâlâ bile titreyen ellerim durmuş değildi. Fazla mı umursamaz davranıyordu, yoksa yalnızca ben mi abartıyordum?

ÇELEBİCEOnde histórias criam vida. Descubra agora