BİRİNCİ BÖLÜM

863 76 101
                                    

Yirmi Beş Mayıs;

Gündüz vakitleri içerisinde harıl harıl çalışan otopsi ekibi gecenin yarısını getirmişti. Uzman doktorlar ve çalışanları gündüz teslim edilen cenaze üzerinde detaylar henüz bitirmemişken uyku denen illet kadının bedenini ele geçirmek üzereydi.

Karanlık çökmüştü ama hastanenin otopsi merkezi ışıklar içerisindeyken dışarıdaki karartı görülmüyordu.

Otopsi yardımcılığı yapan kadının parmakları yorgunluktan titriyordu, tutmuyordu. Derinin üstünde yeni bir kesim yapmaya çalışırken uzman hocası elindeki makası aldı kenara bıraktı.

"Raporunu tamamla, çık." dedi hocası, yorgunluğu görebiliyordu ve bu yorgunlukla devam ederse işleri çıkmaz bir yola sokabilirdi. Bunun olmasını istemedi.

"Sorun yok, devam edebilirim." dedi güçlü olmaya çalıştığı sesiyle.

"Sana devam edebilecek misin diye sormadım Deli Düvel," dedi hocasının otopsideki lakabıyla konuşmasına şaşırmadı. "Raporunu yaz, çık." dedi, lafı üstüne başka laf söylensin istemedi.

Otopsi yardımcısı elindeki aletleri bıraktı, bir adım geriye çekildi. Çırılçıplak, belirli bölgelerin kesildiği, incelendiği sedye üstündeki adama baktı. Şehri kargaşa içine sokacak, huzuru bozmuş bile olacak adamın cesedine tükürmemek için kendisine zor tuttu.

Yaşayan bedenlere gücü ağır gelsin isterdi, ölmüş olanlara şeytanın ipini kestiği bedenlere sabrı sonsuz, nefsi terbiyeliydi.

Sedyede yatan Ağrı'nın köklü, geniş tanınmış soyu Babil ailesinin bir ferdiydi. Serkan Babil mayısın yirmi beşinci gününde kardeşi Kasım Babil ile birlikte öldürülen adamdı ve otopsisi bugün yapılan kişiydi. Kasım Babil'in otopsisi sabah saatlerinde yapılmış raporu tamamlanmıştı. Öğleden sonra ise kardeşi Serkan'ın otopsi incelemesi yapılıyor, bitmek nedir bilmiyordu.

İkisinin ölüm nedeni de birebir aynıydı. Aynı gün öldürmüş olmaları aynı ölüm şeklini de kazandırmıştı.

Soluk borusuna isabet eden bir Kalaşnikof kurşunu, o kurşunun bıraktığı çukura eklenen nitrik asit bedenleri çürümeye terk etmişti. İki kardeşin ölüm nedeni aynıydı, saatleri tarihleri neredeyse aralarında hiç fark bırakmamıştı. Teslim edilen cesede kimin gözü rast geliyorsa yüzleri buruşmadan ilk halini almıyordu. Vahşice bir ölüm denirdi, ölen iki kişinin vahşi birer insan olduğu gerçeği atlanmazsa tabii.

Yardımcı, dün Kasım Babil raporuna neleri not tutmuş, altını çizmişse bugün Serkan Babil içinde aynısını yaptı. Kalemi yerine koymadan evvel sedyeye uzatılmış, boyu 1.87 adamın bedenine baktı. Midesinden boğazına dek bir bulantı kendini belli eder etmez odadan ayrılmaya koyuldu. Ölülerine dahi tahammülü kalmamıştı.

Ölü cesetlere karşı değildi bu hali, bedene gelen zayiatlar ise hiç değil. Yalnızca ölmeden evvel zulüm ve vahşeti aynı anda yürüten Babillerin düştüğü noktaydı.

Üç gün önce duruşmaları vardı diye geçirdi içinden, tutuksuz yargılanma talepleri cevap buldu, cezaevinden salıverildi ama üç gün bile gökyüzüne bakmadan ölümü gördüler... Adalet bazen kimden, nasıl ve ne şekilde gelir hiç bilinmezdi. Bu bilinmezliğin içinde var olacak dehşetin kapıları çoktan aralanmıştı. Yine de yüreği bir gram üzülmedi, acımadı.

ÇELEBİCEWhere stories live. Discover now