87. BÖLÜM

626 39 6
                                    


Oy ve yorum yapmayı unutmayın...

Keyifli okumalar ❤

^^

Bacaklarım istemsizce birkaç adım geri gitti. Gözlerim hala cam duvardan içeri bakıyordu. Gerçekten de oydu. Ne tepki vereceğimi bilmediğim bir adamdı. Hiç düşünmemiştim onunla karşılaştığım anı. Ve düşünsem de, burada onunla karşılaşmak aklıma bile gelmezdi.                         

Sonunda ondan gözlerimi ayırabildim. Hızla ona sırtımı dönüp, Nazım'ın beni bıraktığı kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açmak için kolu indirdim. Ama kilitliydi. Ellerim titriyordu. Hatta tüm vücudum. Düşünmem lazımdı. Şimdi buradan gitmeli ve olanları düşünmeliydim. NE yapacağımı bilmiyordum. Tek hedefim bu lanet odadan dışarı çıkmaktı. 

Kapıya yumruğumu indirdim. "Aç" diye bağırdım. Çatallaşmış sesimi öksürerek düzeltmeye çalıştım. Sonra daha yüksek bir sesle bağırdım.

"Aç kapıyı!"


Kimse açmıyordu. Arkamı dönüp bakmak istemiyordum. Ama ya geliyorsa peşimden düşüncesi, beni bunu yapmaya itti. Omuzlarımın üzerinden arkama baktığımda, yataktan kalkmaya çalıştığını gördüm. Bunu yapmaması gerekiyordu sanki. Çıplak göğsü üzerine takılı bir sürü kablo vardı. Tek tek çıkarıyordu onları. Başucundaki ekranlarda, kırmızı bir ışık yanıp yanıp sönüyordu.

Bir şey oluyordu. Benim yanıma gelmek için, yapmaması gereken bir şey yapıyordu. Kapıya daha sert vurmaya başladım. Buradan kaçma istediğimden daha ağır basıyordu şimdi, birilerinin onu bu halde görüp yardım etmesi. Ben edemezdim.

Kapı birden açıldığında, havada kalan elimi aşağı indirdim. Odaya beyaz önlüklü birileri koşarak girdiler. Beni gördüklerini sanmıyordum. Hızlı bir şekilde cam duvarın içine girdiler. 5'den fazlaydı sayıları. Kapı açıktı önümde. Kaçmak için güzel bir zamandı.

Adımlamadan önce son kez arkama çevirdim bakışlarımı. Bunu isteyerek yapmamıştım. Onun bakışları hala benim üzerimdeydi. Ten renginin kıpkırmızı olduğu bu mesafeden bile belli oluyordu. Ona yardım etmek isteyen beyaz önlüklü adamları eliyle itekliyor, izin vermiyordu. Bu beni neden ilgilendiriyordu ki?

Önüme döndüm. Gözlerimi kapattım sıkı sıkı. Bu sahneye şahit olmak tam bir talihsizlikti. Vicdanım beni rahatsız etmeye çoktan başlamıştı. Ama bu kez dinlemeyecektim. Dinlememeliydim. Odadan dışarı çıktım. Nazım'ın beni getirdiği yoldan geri yürüdüm. Merdivenlerden aşağı indim. Kimse yoktu.

Merdivenlerin karşısındaki büyük kapıya doğru ilerledim. Buradan çıkmak mantıklı değildi. Evin girişiydi. Ama başka bir yol da bilmiyordum. Tünele tekrar girmek, çıkışı olmayan o yere geri dönmekti. Hem orada benden nefret eden iki kişi kalmışlardı.

Tek seçeneğim bu büyük kapıydı. Elimi uzatıp altın sarısı kulpundan tuttum. Kulpu indirip, kapıyı dışarı doğru ittirdiğimde kapının açılması, kalp atışımı hızlandırdı. Bu kadar kolay olması saçmaydı. Yine de mutlu etmişti.

Kapıyı hemen açıp dışarı çıktım. Büyük bir bahçeye açılmıştı kapı. O kadar güzeldi ki, bana eskileri hatırlatmıştı. Hakan'ın evi de böyle büyük bir bahçenin içerisindeydi. Zordu ama, hayatımın belki de en güzel anlarıydı orada yaşadıklarım. Yine eskisi gibi olabilirdi. Yine orada birlikte yaşayabilirdik. Fadime teyze o güzel yemeklerinden yapar, hep birlikte yerdik. Hem şimdi Rüya'da vardı. Onu görseler ne kadar severlerdi kim bilir. Arzu anne torunu olduğunu bilmiyordu bile.

Birden bu düşünceyle kalbim sızladı. Ben yalanı bir tek Hakan'a söylememiştim. Herkese söylemiştim. Herkese dilemem gereken bir özür vardı. Beni affetmeleri için her şeyi yapmaya hazırdım. Değerdi. Önce buradan kurtulmam gerekiyordu.

Yeşil çimlerin arasına döşenmiş taşlara basarak dümdüz ilerliyordum. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Çıkış neresiydi bilmiyordum. Çıkış var mı, onu da bilmiyordum. Biraz daha ilerlemiştim ki, koşarak bana doğru gelen takım elbiseli iki adam gördüm. Geriye dönmek istemiyordum. Ama bu adamlardan da kurtulmam gerekiyordu.

Sağ tarafa doğru dönüp ben de koşmaya başladım. Ama adamlar çok hızlıydı. Onları atlatmam mümkün değil diye düşünürken, onların kolumdan tutmaları bir oldu. Bozulan dengemi düzeltip kolumdan tutan adamlara döndüm.

"Ezgi Hanım" dedi içlerinden sarışın olanı. Türk'tü. "Koşmayın lütfen, zarar görmenizi istemiyoruz" diye devam ettiğinde, kaşlarımı çatıp yüzüne baktım.
 "Dalga mı geçiyorsun?" diye sordum. "Beni burada tutuyor olman, en büyük zarar zaten!"

"Kusura bakmayın. Bu bizim verebileceğimiz bir karar değil. Nazım abi sizi yanına götürmemizi istedi. Lütfen önden buyurun" dedi kibar bir şekilde. Kafayı yememek elde değildi. Gerçekten o adam yüzünden mi bana böyle davranıyorlardı? Ben onun için önemli değildim ki. Bunu anladıklarında, bana zorbalık yapmadıklarına pişman olacaklardı eminim.

"Gidelim" dedim uzatmayarak. Ne kadar diretsem de, kazanan onlar olacaktı sonuçta. Hem belki de.. az önce.. Aklıma gelen düşünce kalbimi sıkıştırdığında, kendime kızdım. Gerçekten de merak ediyor olamazdım değil mi? Umurumda değildi. Gözlerimi kapatıp başımı sağa sola hızlı bir şekilde salladım. Düşüncelerin beynimi ele geçirmesine izin veremezdim. Sırası değildi. Adamlarla birlikte tekrar o büyük kapıdan içeri girdim. Büyük yuvarlak merdivenden yukarı çıktım. Aynı odanın önünde durdum. İçeriden ses gelmiyordu.

"Girebilirsiniz" dedi sarışın olan. Ona yandan bir bakış attığımda, yüzünde saygılı bir gülümseme vardı. Sinirimi bozuyordu sadece.

Elimi kapının kulpuna uzattım. İçeri girmem gerekiyordu. Belki de bazı şeylerle yüzleşmem. Buradan çıkmamın tek yolu buydu. Kapıyı açıp içeri girdim. Yine aynı karanlık karşıladı beni. Titrek adımlarımı, cam duvara doğru sürükledim. Nazım ve iki doktor vardı içeride. Bir de o.

Beni görmemişlerdi sanırım. Ama bir anda makineden ses yükselmeye başladı. Doktor olduğunu düşündüğüm adam, şaşkın bir şekilde, tekrar kontrol etmeye başladı onu. Elim istemsizce kalbime gitti. Ve tam o an Nazım'la göz göze geldik. Nazım bana doğru hareketlendiğinde de, onu gördüm. Aramızda sadece bir cam vardı.

Gözleri bir an olsun benden ayrılmıyordu. Benim de öyle. Yaşlanmıştı. Neden bu kadar hastaydı? Yoksa bu yüzden mi beni almaya gelmedi? Belki de haksızlık yapıyorum diye düşünürken, yanaklarımda hissettiğim ıslaklıkla kendime geldim. Yaşları elimin tersiyle silip, bu saçma bakışmaya son verdim.

"Ezgi hanım" dedi Nazım. Yanıma geldiğini yeni fark etmiştim. "Bir şeyi yok merak etmeyin" dediğinde gözyaşlarımı görecek kadar erken yanıma geldiğini anladım.

"Merak etmiyorum" dedi sinirle. Sadece yere bakıyordum. "Babanızın kalp hastalığı var. Makineler olmadan nefes alamıyor. Sizi görünce heyecanlanıp, çıkarmış hepsini" diye devam etti. Bakışlarımı tekrar ona çevirmek istiyordum ama bunu yapmama bir şey engel oluyordu içimde. Merak ediyordum çoğu şeyi. Neden gelmediğini mesela. Belki de, ona küsmek zorunda kalmazdım.

"İçeri geçmek ister misiniz?" diye sordu sonra. Ellerimi birbirine kenetledim ve kanatmak istercesine parmak uçlarıma baskı yapıyordum. İstiyor muydum? Başımı kaldırdım yerden hafifçe. Cam duvardan içeri baktığımda, onun hala bana baktığını gördüm. Sonra elini kaldırdı havaya ve bana gel işareti yaptı. Bir adım geri gittim. Yapabilecek miydim gerçekten?

Nazım'ın elini omuzumda hissettim sonra. "Size gerçekten ihtiyacı var." Dedi kısık bir sesle. Sırtı cam duvara dönüktü. Gözlerimin içine baktı, ne kadar ciddi olduğunu anlatır gibi. Sonra tekrar ona baktım. O da Nazım'ın dediğini destekler gibi bakıyordu bana.

"Tamam" dedim birden. Dudaklarımdan çıkar çıkmaz pişman etmişti bu kelime beni. "Çok sevindim" dedi Nazım yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. Bu kadar çok mu seviyordu onu? "Geçin lütfen. Biz çıkalım odadan" dedikten sonra içerideki doktorlara işaret verdi ve onlarla birlikte hızlı bir şekilde odadan çıktı.

 Bu ana kadar onları izledim sadece. Kapı kapandıktan sonra, önüme döndüm. Karşımda o vardı. Sadece ikimiz. Derin bir nefes aldım. Yanlış bir şey yapmadığımı biliyordum sonuçta. Çekinmesi gereken oydu, ben değil.

Cesaretimi az biraz topladıktan sonra kapıyı itekledim içeri doğru. Burası da normal bir evin odası kadar büyüktü. Yatağın tam karşısında bir koltuk vardı. Geçip oraya oturdum. Ona bakamadım bir süre. En sonunda başımı kaldırdığımda gözlerimiz buluştu. Aynı bakıyordu. Çocukluğum gibi.

Sadece yorgundu. Babamı en son hatırladığın an amcamın bahçesinde yağmurun altında beni bıraktığı andı. Boyu upuzundu o zaman. Şimdi yatağın içinde neden bu kadar küçük gözüküyordu ki? Saçları beyazlamıştı. Tek tük çıkmış sakalları bile. Yaşına göre, bu kadar düşkün olması beni şaşırtmıştı. Ve aklıma gelen şey daha da şaşırtmıştı beni.

Ben hiç babamın nasıl olduğunu düşünmemiş, hayal etmemiştim. Beni bıraktığı günlerden sonra, onu unutmuştum. Yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordum. Şimdi karşımdaydı.

"Ezgi" dedi. Sesi beklediğimden iyi çıkmıştı. Gür sesinden bir şey kaybetmemişti anlaşılan. Cevap vermedim ve sadece ona bakmaya devam ettim.

"Güzel kızım benim" dedi. Gülümsedim. Ama bu gülümseme öfkemdendi.

"Seni buraya getirdiğim için mi sinirlisin" dedi. Gözlerim ellerine düştü. Ellerinin üstü iğnelerden dolayı mosmor olmuştu.

"Gitmeme izin ver" dedim sadece. Konuşmak istiyordum onunla, ama içimde tanımlayamadığım bir şey buna engel oluyordu.

"Şimdi değil" dedi ciddiyetle.
 "Kimsin sen?" diye sordum. "Bu ev, bu adamlar" durdum. "Cenk?" dedim gözlerinin içine bakarak.

"Hala zekisin" dedi kesik bir gülüş atarken. "Çocukken de her şeyi böyle anlardın hemen" diye devam etti.

"Senin gidişini anlayamadım ama" dedim burukça. Konuşulacak o kadar şey vardı ki, hepsini birkaç dakikaya sığdırıp, çekip gitmek istiyordum buradan.

"Anlatacağım hepsini" derken sırtını doğrultmaya çalıştı. Birden ayağa kalkıp, ona yardım etmek için adımladım. Ama bir anda yaptığım şeyin saçmalığını anlayıp durdum.

"Lütfen" dedi, üstü mor elini bana doğru uzatırken. "Yardım et!"

Birkaç saniye süren kararsızlığımda vicdanım galip geldi. Yardıma muhtaçtı. Ve ne kadar inkar etsem de, babamdı. Hakan'ın yıllarca öz babasına karşı gelememesini şimdi daha iyi anlamıştım. Uzakken her şey iyiydi. İnsan birini silebiliyordu, ama yanında, karşında gördüğünde daha farklı oluyordu her şey.

Bana uzattığı elinden tuttum. Morluklar acır diye fazla sıkmadım. Gözyaşlarım akmasın diye dişlerimi sıkıyordum. Diğer elimi de, sırtına yerleştirip onun doğrulmasına yardım ettim. Elini bırakmak için çektiğimde, buna izin vermedi. Elimi avuçlarının arasında sıkıp, dudaklarına götürdü ve öptü. Rahatsız bir şekilde elimi onun elinden ayırmaya çalıştım. Ama izin vermiyordu. Hastayken bile bu kadar güçlü olması. Kahramanımdı benim. Dünyanın en güçlü babasıydı o. Bu halde bile güçlüydü.

"Bırak" dedim mırıldanarak. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Elimi bıraktı yavaşça.

"Teşekkür ederim" dedi.

"Önemli değil" diyebildim sadece.

"Hayır!" dedi birden. "Bana yardım ettiğin için değildi bu teşekkür". Anlamadığımı belli eden bir ifadeyle yüzüne baktım.

"Büyüdüğün için" dedi. Histerik bir kahkaha attım. Sinirlerim tamamen bozulmuştu artık.

"Büyümek?" dedim soru sorar gibi. "Çok güzel büyümüşüm değil mi?" derken kollarımı iki yana açtım.

"Kimsesiz bir şekilde, bir caninin elinde gayet iyi büyüdüm. Haklısın."

"Kimsesiz değildin Ezgi" dedi ciddi bir ses tonuyla. Yüzüne iğrenir gibi bakıyordum.

"Ben her zaman senin birkaç adım gerindeydim. Yanına gelemedim, ama uzaktan da olsa seni korumaya çalıştım."

"Beni koruyamadın. Ne kardeşinden, ne onun ailesinden, ne de Cem'den. Uzaktan acı çekmemi izlerken zevk aldın mı peki?" diye sordum. Makinenin sesi değişmişti. Kahretsin ki, istediğim gibi hesap da soramayacaktım. Onun ölümü umurumda değildi, ama vicdan azabı çekmek istemiyordum.

"Cem'e kadar elim hep üzerindeydi. Ama onunla tanıştığın zamanlarda, benim daha da uzaklaşmam gerekmişti. Haber alamadım senden bir süre. Birçok kişi senin peşindeydi. Sana yaklaşamadım kızım" derken, kendini bana anlatmak için resmen vücuduyla savaşıyordu. Sesi yer yer kısılıyordu.

"Sen neden benden uzak kalmak zorundaydın? Bu zenginlik, bu yaşantı... " duraksadım. "Kimsin sen?" diye sordum.

"Hatırladığın adam değilim evet. Ellerim kirli, kalbim kirli artık. Bu gördüğün yaşantının her bir zerresi kirli" derken daha çok kendi kendine hesaplaşıyor gibiydi. Sadece onu dinleyecektim. Onun kendini toparlamasını ve konuşmasına devam etmesini bekledim. Karşısındaki koltuğa oturdum tekrar.

"Anlatacağım sana her şeyi. Seni o yüzden buraya getirdim. Biraz erken oldu ama o Ali olacak dangalak seni insanların içine çıkarınca biraz erken almak zorunda kaldım." Dediğinde, gerçekten de sürekli beni izliyor olduğuna inanmaya başlamıştım. Soracak çok sorum vardı, ama önce onu dinleyecektim.

Nazım'ın odaya girdiğini cam duvarın kapısını açmasıyla yeni fark etmiştim. Getirdiği tepsiyi nümdeki sehpaya bıraktığında gözlerim ışıldadı. O kadar acıkmıştım ki, tepsinin içindeki tost yüzümü güldürmüştü.

"Seversin sen" dedi. "Çocukken de, tost severdin" diye devam etti. Ona cevap vermedim, ama boğazıma dizilen kelimeleri yutkunarak geri yuttum.

"Afiyet olsun Ezgi Hanım. Ben dışarıdayım. Bir şey olursa hemen gelirim." Derken ne ima ettiğini anlamıştım. Yatakta ki adam hastaydı ve ona fazla yüklenmemem gerektiği konusunda uyarıyordu. Başımı anladım der gibi aşağı yukarı salladıktan sonra, tepsideki tostu elime aldım. Yanında da üstünde dumanı tüten açık bir çay vardı. Ben bir ısırık aldığında Nazım odadan çıkmıştı bile.

Başımı yatak tarafına doğru kaldırdığımda, onun beni izlediğini fark ettim. Yüzünde gülümseme vardı.

"Bu kadar seviyorsan, yanından ayırmasaydın. Birlikte kirlenirdik en fazla" dedim ağzımın içinde. Duymaz diye düşünmüştüm ama duymuştu. Derin bir nefes aldıktan sonra eliyle ilerideki bir yeri işaret etti. Dediği yere baktım.

"Dolabı açıp içindeki kitapları getir misin?" diye sordu. Birkaç saniye öylece yüzüne baktıktan sonra, elimdeki tostu tepsiye bırakıp, dolaba doğru ilerledim. Dolabın kapağını açtığımda içinde kalınca üç tane kitap vardı. Ağırlardı. Kucağıma alıp yatağa doğru ilerledim. Yatağın üzerine bıraktım birden hepsini.

"Ağırmış" dedim üzerimi silkelerken. "Açsana" dediğinde neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Biraz tedirgin bir şekilde, üstteki kitabı elime aldım. Kırmızı kalın bir kapağı vardı. Kapağı kaldırdığımda bunun bir kitap olmadığını anladım. Bu bir fotoğraf albümüydü. Ve içindeki fotoğraflar bana aitti. Babamın beni bıraktığı zamanlardan sonra, küçüklüğüm, ergenliğim. Hepsi buradaydı. Elimdekini bırakıp bir diğerini aldım. Bebek vardı fotoğraflarda bu sefer. Ve yanında annem. Annemin yüzünü unutmuştum ben çoktan. Ama şimdi görünce, sanki dün gibiydi her şey. Babam daha beni bırakmamış, annem daha ölmemiş gibiydi sanki. Küçük kız çocuğuydum yine. Yanağımdan süzülen yaşı elimin tersiyle inip, hırsla sayfayı çevirdim. Her yerde annem vardı.

"Bana bir tanesini bile vermedin. Unuttum ben annemin yüzünü senin yüzünden" diye bağırdım birden. Sinirliydim, öfkeliydim. Ama kime? Hayata belki de. Zorluklara, bu zamana kadar yaşadıklarıma, tüm kötülere. Her şeye. En çok da kendime.

"Kutuda vardı" dedi. Sesi pişmanlık doluydu.

"Abin aldı tabii" dedim. Ses tonum bu kez düşüktü ama, öfke ve nefret açıkça belli oluyordu.

"Necati kötüydü. Hep kötüydü. Ama küçük bir çocuğa karşı böyle olacağını düşünemedim. Ondan başka seni bırakacak yerim de yoktu. " dedi kesik öksürüklerinin arasından. Gerçekten bu adama haddini bildirmek istiyordum, ama hastaydı. Kahretsin ki, iyi durumda değildi. Bu beni üzüyordu. İstediğim şekilde ondan hesap soramıyordum. Belki de sormamam gerekiyordu. Herkes herkesi sevmek zorunda değildi. Kızı olsam dahi.

"Bırakmamak da bir seçenek olabilirdi" dedim kırgınlıkla. Ne yaşamış olabilirdi ki, kızını bırakmak mecburiyetinde kalmıştı. Annemden sonra yük gelmekten başka bir sebebi yoktu.

"Belki de" diye devam ettim o konuşmadan. "Bu zenginlik, itibar... Annemden sonra evlendiğin kadınındır" dedim gözlerinin içine baka baka. Sebebinin bu olmaması için her şeyimi verirdim şuan. Bunca yıl beni sevmediği için bırakıp gittiğini düşünmüştüm, ama içten içe bir ihtimal daha olabilir diye düşünmüştüm. Olmalıydı. Bir insanın hayatı bu kadar sevgisizlikle geçmemeliydi. Bu haksızlıktı.

"Esma" dedi. Sanki damakları yanıyordu da, ismini söyleyince ferahlamış gibi bir nefesle fısıldadı adını annemin. "O benim ilk ve son sevdiğim." Diye devam ettirdi. Ses tonundaki keskinlik kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Merakım iyice çoğalmıştı. Konuşmadan sabırsızlıkla diyeceklerini bekledim.

Komedinin üzerine doğru uzandı. İçi yarısına kadar dolu su bardağı vardı. Ona ulaşması bile zordu. Yardım etmek için yatağın etrafından dolanıp, komedinin üzerindeki suyu ona uzattım. Sadece bir yudum aldı. Bardağı bana tekrar uzattığında minnetle bana bakıyordu. Bu bakışı sinirimi bozduğu için başımı çevirdim. Ona yardım etmek istemiyordum. Ama sırtımı dönüp gidemiyordum da. Öyle bir karmaşanın içindeydim ki, boğulmak üzereydim. Hakan'a ve kızıma ihtiyacım vardı. Onlara sarılmak beni iyileştirecek tek şeydi. Hakan'ın Rüya'yı almış olması da bu kadar rahat olmamın sebebiydi. O kızımıza iyi bakardı. Ben gelene kadar.

Tekrar koltuğa doğru yürüdüm ve oturdum. Elimdeki bardağı orta sehpanın üzerine koydum. Diğer elimde de albümden çıkardığım, annemle benim fotoğrafım vardı. Dizlerimin üzerine koydum ve göz ucuyla o fotoğrafa bakmaya başladım.

"Çok güzel değil mi?" diye sordu. Başımı kaldırdığımda onunda elinde bir fotoğraf tuttuğunu gördüm. Gerçekten de aşkla bakıyordu. Aşkla bakan gözleri tanıyordum. Hakan'ın bana son bakışı geldi aklıma. Sıkıca yumdum gözlerimi. Tekrar eskisi gibi aşkla bakabilirdi bana o gözler. Bakmalıydı.

Sorusuna karşılık vermediğimde, devam etti. "Annene benziyorsun" dedi. Annem de benim gibi sarı saçlı ve mavi gözlüydü. Ama benden kat be kat güzeldi. Öyle duru bir güzelliği vardı ki, fotoğraflar olmasa bu güzelliği sonsuza dek unutacaktım.

"Sana onu hatırlattığım için mi, beni bıraktın?" diye sordum birden. Sorduğum soru beni de şaşırtmıştı. Beni neden bıraktığını gerçekten umursuyor muydum? O zamanları geçeli çok olmuştu. Bunları düşünmekten gözyaşlarıyla uykusuz kaldığım geceler geçmişte kalmıştı. Neydi bu soru şimdi?

"Asla" dedi birden. Ona çevirdim kaçırdığım bakışlarımı. "Seni asla isteyerek bırakmadım Ezgi" dedi.

"Neden peki?" diye sordum. Bugün belki de, yüzleşmem gerekiyordu. Gururu, inadı bir kenara bırakıp her şeyi öğrenmem gerekiyordu.

"Peşimde hem polis, hem de mafya babaları vardı" dedi.

"Sen de polistin?" diye sordum sözünü keserek. "Neden polis senin peşinde olsun ki?"

"Yine olsa, yine yapacağım bir suç işledim" dedi. Gerçekten de pişmanlık yoktu ses tonunda. O andaymış gibi, sesi gürleşmişti birden.

"Ne suçu?" derken sesim titremişti. Babamın işlediği suçu duymak, neyle karşılaşacağımı bilmemek korkutmuştu beni. Sandığımdan daha da kötü biri miydi?

Duraksayıp yüzüme baktı uzun uzun. Ben de ona. Sanki endişemi hissetmişti. Bana güven diyordu bakışları. Babama güvenmek mi? Çocukluğumun bir kısmı gibi, arkamda olduğunu bilmek mi? Ben bu duyguları, bu hisleri unutalı çok olmuştu. O zaman neydi kalbimi bu denli çırpıştıran. Bu heyecan, istek neyin nesiydi?

"Annen çok hastaydı." Dedi. Sesi sessiz odada yankılandığında bir anda ana döndüm. Hissettiğim karmaşık duygulara ara verdim.

"Az çok hatırlıyorum" dedim mırıldanarak.

"Hatırladığından da fazlaydı. Gece kan kusmalarını görmedin. Tüm vücudunu saran morlukları görmedin. Bana yalvarır gözlerle bakışını görmedin Ezgi. Hepsini ben gördüm. Yapacak bir şey yoktu. Ölene kadar bunlar artarak devam edecek dedi gören her doktor. Sonrasında, sadece bir doktor, bir umut verdi bana. Belki dedi. O belki beni tekrar hayata döndürdü işte." Dedi. Nefes almadan onu dinliyordum. Bunlar ben yaşıyorken olmuştu. Annemin bu kadar düşkün olduğunu hatırlamıyordum ben. Beni parka götürür, gezdirir, benimle oyunlar oynardı. İki gün yoktu sadece. Ondan sonra da zaten hiç gelmemişti. Bütün bunlar ne ara olmuştu?

"Sana hissettirmemek için çok çabaladı. Sen o yüzden bilmiyorsun. Her gece seni bana emanet etti. Her gecenin sabahına çıkamayacağından emin bir şekilde uyudu. Acılar içinde." Dedi. Boğuluyormuşum gibi, elim boğazıma gitti. Sonra bir ses fısıldadı kulağıma.

"Ezgi, sakin ol ben hep yanındayım" Sol tarafıma döndüm birden. Hakan'ın sesiydi bu. Hayaldi, ama bu kadar gerçekçi olması şaşırtmıştı beni. Gözlerimi kapatıp başımı sağa sola salladım. "Peki, o umut neydi? " diye sordum. İşe yaramadığı belliydi. Annem yoktu.

"İtalya'da bir tedavi. Pahalı bir tedavi. Her şeyimi satsam karşılayamayacağım bir para." Dedi. Sesindeki öfke anlatırken bile o ana gittiğini gösteriyordu. Çok zor bir durumdu. Babam anneme çok âşıktı. Bir kâğıt parçasının onları ayırdığına inanamıyordum.

"O parayı bulmak için her şeyi yapardım. Ve yaptım. Evet, param yoktu ama parası olan insanlar vardı. Benim yardımımla kazanacaklardı o parayı. Ben de payımı alacaktım. Bu kadardı. Planım, anlaşmam buydu" dedi. Kaşlarım çatıldı.

"Ne yaptın?" diye sordum korkarak.

"Sen beni polis biliyordun, ama ben istihbarata çalışıyordum. Uyuşturucu ticareti yapan mafya babalarının ensesine çökerdik. Kuş uçurtmazdık, ekibimle. Ankara'ya uyuşturucunun u'su giremezdi."

Durdu. Gözleri uzakta bir noktaya takıldı bir süre. Aklından neler geçiyordu acaba?

"Annen için o mafya babalarından en büyüğüyle anlaşma yaptım. Bir seferlik onları görmezden gelecektim. Onlarda bana istediğim parayı verecekti. Bu kadar. Tek seferlik sadece. Sonrasında bunun acısını kat be kat çıkarabilecektim." Diye devam etti. Elini yumruk yapmış, sıkıyordu. Öfkesi ilk günkü gibiydi. Hiç soğumamıştı içi belli ki.

"Göz yumdum. Uyuşturucular gözlerimin önünden şehre girdi. Gencecik çocukları zehirlemek için, dağıtılmaya başlandı şehrin içinde. Yaptığımın affı yoktu. Kendimi asla affetmeyecektim. Ama Esma iyileşecek. Sen de annesiz kalmayacaktın."

"Ama işe yaramamış ki, ben hem annesiz hem babasız kaldım" dedim. Babamın yaptığı nedense beni üzmemişti. Daha fazlasını düşünmüştüm belki de. Son iki yıldır gördüklerim daha vahşiceydi. Eski ben olsam belki babamın yaptıklarından korkardım, ama bir amaç için en azından kötü olmayı seçmişti. Bazıları doğuştan kötüydü.

"Bir seferlik kalmadı bu. Annen İtalya'dayken beni sürekli sıkıştırmaya başladılar. Onlara yardım ettiğime dair ellerinde kayıtlar, belgeler vardı. Bana onlarla şantaj yaptılar. Bir seferlik başladığım iş, iki oldu, üç oldu, beş oldu. Sonu gelmeyecekti.

Annenin tedavisi işe yaramadı. Bir ayın sonunda geri döndü, durumu daha kötüydü. Bizden ayrı kalmak ona hiç iyi gelmemişken, bir de ağır tedavi iyice bitirmişti onu. Bütün bunların üzerine geldikten iki hafta sonra anneni kaçırdılar. Evden alıp gittiler. Sen de o evdeydin, ama annen seni dolaba saklamış. Seni bulamamışlar." Dediğinde sıktığı yumruğunu dizine indirdi sertçe. "Ben yoktum. Kahretsin ki ben o gün o evde değildim"

Bu durumda ona sarılmalı ve senin suçun değil demeliydim. Ama sadece izlemekle yetindim. Çünkü o bir şekilde annemi ve beni korumalıydı. Kendini suçluyor olması, en azından hatasını biliyor diye düşünmeme neden oluyordu.

Eskileri tekrar yaşıyormuş gibi anlatmasına devam etti. Duyduklarım karşısında hiçbir şey hissetmiyordum. Hislerim yok olmuştu sanki.

"Eve geldiğimde annen yoktu. Sen de yoksun sandım. Deliye dönmüştüm. Evden tekrar çıkmak için hareketlendiğimde, bir mırıltı duydum. Bir süre aradım seni evde. Sonunda merdiven altında dolapta buldum. Uyuyakalmıştın. Seni kucağıma alıp sımsıkı sardım. Rahatsızca mırıldanıp, gözlerini açtın. Bana ne olduğunu sordun, anneni sordun ama sana o an cevap veremedim. Hiçbir şey söylemedim. Seni kucağımda arabaya taşıdım ve polis merkezine bıraktım. Başka bir yer gelmemişti aklıma. En güvenli yer orasıydı.

"Bunların hiç birini hatırlamıyorum" dedim düşünceli bir şeklide. Sanki babam bana uyumam için gece masalı anlatıyor gibiydi. Öyle akıcıydı ki, başrol bendim bu hikâyede. Bütün bunları yaşamıştım. Yaşanmıştı. Ama masaldan farkı yoktu şuan.

"Çok küçüktün. Miniciktin. Hem sana bunları hiçbir zaman anlatmadım ben. Hatırlamıyor olman, beni mutlu ediyor" dedi belli belirsiz bir gülümsemeyle. Dokunsam ağlayacak gibi. Gülümsemesine silik bir gülümsemeyle karşılık verdim ben de ve o masalına devam etti.

"Esma'yı her yerde aradım. Kimlerin kaçırdığını biliyordum sonuçta. Ama bulamadım. O gece her yerde aradım ama yoktu. Sonra yanına geldim. Mutluydun. Polis ablalarla yaptığın resimleri gösteriyordun bana. Ama ben sığmıyordum hiçbir yere. Dev olmuştum sanki. Patlamama ramak kalmıştı. Seni dinlemedim. Elindeki kağıtları itekledim. Bakmadım. Ağladın. Çok ağladın. Ağlaman sinirimi bozdu iyice. Dışarı çıktım hırsla. Hiç unutmuyorum o gün bana bakışlarını. Şimdiki nefret dolu bakışların, o benden yardım isteyen bakışların kadar acıtamaz canımı. Sen benden bir yardım istiyordun, ama ben değil sana, kendine bile faydası olmayan herifin tekiydim. Her şey darmaduman olmuştu ve bu kadar yükün altında tek ben kalmamıştım. Anneni ve seni de enkaza sokmuştum."

Öksürük arası vermişti sözlerine. Uzunca öksürdükten sonra, kıpkırmızı olmuş yüzünü havaya kaldırıp, derin bir nefes çekti ciğerlerine. Boğazındaki yara izi o an gözüme çarptı.

"Boynuna ne oldu?" diye sormuş bulundum. İlk geldiğimden daha rahat hissediyordum artık kendimi. Ona soru sormak ve cevabını beklemek daha bir olağan şeydi artık.

Parmakları, boynundaki yara izine kaydı. "Kötü bir günden hatıra" dedi sadece. Merak ediyordum ama üstelemedim. Anlatmak istese anlatırdı zaten. Bugün anlatma günüydü çünkü.

"Sonra sabah karakola bir çocuk geldi. Esma'yı öldürdüğünü itiraf etti. Sokak çocuğu olduğu belliydi. Yalan söylüyordu. Tutulmuştu birileri tarafından. İzin vermediler. O çocuğu konuşturmama izin vermediler. Dokunamadım bile. Sorgusuna giremedim. Uzaktan izledim. Sonrasında o çocuğun bir mafya babası tarafından evlatlık edinildiğini öğrendim. Her şey açıktı. O çocuğun üstüne atmışlardı suçu. Kanunen yapacak hiçbir şeyim kalmadı. İyilik, dürüstlük o andan itibaren, içi boş kelimeler oldu benim için.

O mafya babasının deposunu patlatmaya gittim. Boynumdaki yara o patlamadan işte. Bana yardım eden arkadaşlarım oldu. Onların sayesinde kaçabildim. Polis her yerde beni arıyordu. Uyuşturucu işine yardım ettiğim, mafya babasının adamlarını öldürdüğüm, depolarını patlattığım... Hepsi ortaya çıkmış bir dosyada birleşmişti sonunda. Ülkeden kaçmam gerekiyordu ve ben seni bir tek Necati'nin yanına bırakabilirdim. Başka bir yer yoktu. Başka çarem de yoktu, vaktim de. Kısa sürecekti. Bir yıl olmadan geri gelecektim ama olmadı." dediğinde gülümsedim.

Boğazımdan sesli bir şekilde çıkan gülme, daha da çoğalarak kahkahaya dönüştü. Hakan'ın en çok korktuğu kahkahalarımdandı bu.

Bunca yılımın bu denli acı içinde geçmesinin nedeni buydu işte. Bunu öğrenmek iyi mi hissettirmişti? Hayır. Kahkahalarımı durduramıyordum. Hakan'ı istiyordum.

"Nazım" diye bağırdı babam. Üzerine asılı kablolar engeldi bana ulaşmasına. Onları bir çırpıda çıkarmak için uğraş veriyordu. Benimse artık nefesim tükenmek üzereydi. Alarm çalmaya başladı sonra. Bu beni daha da gerdi. Ben Hakan'dan sonra iyileştiğimi düşünmüştüm. Ama bu an, hastalığın sadece sinsi bir şekilde beni boğmak için beklediğini gösterdi. Hiçbir şey geçmemişti. Geçmeyecekti de...

"Ezgi Hanım" diyen Nazım'ın sesini duydum. Sonrasında "Kenan" diye bağırdığında gözlerim kapanmadan önce son kez bakışlarımı yatağa çevirdim. Babam gözlerini çoktan yummuştu bile. 


Bölüm sonu...

KARANLIK ŞEHİRKde žijí příběhy. Začni objevovat