•3

1K 53 0
                                    

Dava çıkışı akşam yemeği;

'Ben bir künefe alabilir miyim lütfen?'

Ortada dönen konu ilgimi çekmediğinden kendimi tekrar tatlıya vermeyi tercih ettim. İş yeri dışında iş konuşmaktan nefret ediyordum. Çünkü gün içerisinde 'en az' 14 saatim işlerim ile alakalıydı.

'Hay ben sizin konuşacağınız konuya ya.' Halime sağ omzuma önce kafa atıp ardından kafasını yasladı. Bende kafamı kafasının üstüne yasladım. 'Kızlar biz uzaklaşsak mı bunlardan? Saat 10'da tekrar adliyeye gitmem lazım benim.' İkisi de derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. 'Bu sefer ne işin var?'

'Hatice Eda Taş'ın adli tıp raporu gelecekti.' Halime kafasını omzumdan kaldırıp önüne dönerken, Safiye detayları bilmek istiyordu anlaşılan. 'Ölümünün nesinden şüphe ettin? Bana geldiğinde ben bir terslik görmemiştim.' Vücudumun neredeyse tamamını ona döndürdüm. 'İşte ters olan şey herhangi bir tersliğin olmaması zaten. Yani olmamasıydı.' Heyecan ve stres ile birlikte anlatmaya devam ettim.

'Sağ tarafı felçli bir insandan bahsediyoruz. Sağ bileğini kesmiş olması normal karşılanır, ki karşıladık. Ama olay yerine giden ekip biz değildik ve bize fotoğraflar ile geldiler.' Masadaki herkesin bakışları beni buldu. Hepsinde sırayla gezdirdim bakışlarımı. 'Arkadaşlar fotoğraflar ters bir şekilde geldi bize. Hastaneye kontrole gittiğimde fark ettim.' Herkesin kaşları çatılırken konuya iyice açıklık getirmem gerekiyordu.

'Fotoğraflarda kadının sağ bileği kesilmiş olarak gözüküyordu ama cesedinde ufak gözlemler yaptığımda sol bileğinde kesik olduğunu fark ettim. Sağ tarafı felçli bir insan nasıl kolunu hareket ettirerek sağlıklı olan tarafına zarar verebilir? Bu sadece küçük bir kısmı. İntihar süsü verilmeye çalışılmış ve sadece olay yerine giden ekip değil, doktorlar da işin içinde.' Herkesin aklını kurcalayan bin bir türlü düşünce eşliğinde, gelen tatlımı yemeye başladım. Kendi kendime olaya açıklık getirmiş olmam ve bunu dile getirdiğimde üstümdeki ağırlığın azalması ile rahatladığımı hissettim.

•••

Saat tam 21.58'de vardığım adliye, normalin aksine sakinlik ile karşılamadı beni. Herkes ordan oraya koşturuyordu. Yanımdan geçerken kolundan tuttuğum Avukat Fidan Çiçek, kırmızı listede aranan 4 terörist ve çocuk istismarı suçu ile 26 yıl hapis cezası alıp, kaçmış olan şahısın konum bilgisinin öğrenildiğini söyledi. Hızlıca odama koşup masanın üzerindeki adli tıp raporunu kilitli çekmeceye koyup kapattım.

Herkesin koşuşturma içinde olmasının en büyük sebeplerinden biri, Şehit Yarbay Mustafa Ak'ın torunu olan Gamze Ak'ın istismara uğramış ve vefat etmiş olmasıydı. Herkesin Yarbay'a vermiş olduğu söz ise, istismarcı köpeği yakalayıp anasından emdiği sütü burnundan getirmekti. Bunu bir nevi namus davası olarak görüyorduk.

Gamze'nin yerinde herhangi bir çocuk olmuş olsa yine aynı ehemmiyet gösterilirdi. Ama Mustafa Yarbay bu adliyedeki herkesin babası gibiydi. Yardımının dokunmadığı hiç kimse yoktu. Sonunda verdiğimiz sözü tutabilecek olmanın verdiği hissiyat ile heyecanlıydık.

Savcı olarak operasyona katılamıyordum. Askeri personellerin kalmış olduğu rezidansta benimde odam vardı ve ehemmiyetini fazla gördüğüm dosyaları orada saklıyordum. Operasyon bitimine kadar dosyaları iyice inceleyip, gerekirse tekrar araştırma yaparak delilleri toplayacaktım. Böylece o şerefsizlerin sonunu daha çabuk getirebilirdim.

Odamdan çıkıp koşarak 20 metre ilerideki rezidansa ilerledim. Ben çıkarken özel harekat polisleri son hazırlıklarını yapıyordu.

Asansöre binip 20. kata bastım ve kabindeki diğer askerler ile ufak bir selamlaşma yaşadık. 9. kata geldiğimizde asansör durdu ve içerideki askerler inerken, dışarıdan bir asker bindi.

'Siz geçen gün çarpıştığımız Binbaşı'sınız öyle değil mi?' Ses çıkarmadı ve kafasını sallamakla yetindi. Ben de rahatsız etmemek için tekrar konuşmadım. Kendi katıma geldiğimde açılan kapıdan çıkıp görüşmek üzere diyeceğim sırada,

'Başsavcım müsaitseniz sizinle iki dakika konuşabilir miyiz?' Ses tonundaki mahcubiyeti fark etmemek elde değildi. Kaşlarımı çatıp onayladım ve odama doğru ilerledim.

Çantamdan çıkardığım kartı kapıya okuttum ve şifreyi girerek kapıyı açtım. Kendim girmeden önce, kapıyı sol elimle tuttum ve kenara çekilerek Binbaşı'ya yol açtım. Teşekkür ederek içeriye geçti ve bende arkasından ilerledim.

'Kahve içer misiniz?'

'Yok, teşekkür ederim ben direkt konuya gireyim.' Oturduğu koltuğun çaprazında kalan tekli koltuğa oturdum ve dikkatimi kendisine verdim.

'Başsavcım..' Sonrasını o kadar içinden ve yutarak söylemişti ki anlayamamıştım. 'İçin gelmiştim aslında.'

'Anlamadım?' Boğazını temizledi ve sanki dik değilmiş gibi daha da dikleşti oturduğu yerde.

'Şöyle ki..' Cümlesinin devamını getiremiyor oluşu, utancından mıydı yoksa istediği şeyin olanaksızlığından mıydı bilemiyordum.

'Evet Binbaşı sizi dinliyorum.' Tekrar boğazını temizledi. 'Ben bir su alabilir miyim zahmet olmazsa?' Hemen yerimden kalkıp amerikan mutfağa ilerledim. Buradan kendisini görebiliyordum ve gerçekten hiç rahat değildi.

Suyu doldurup yavaş olmayan adımlar ile yanına ilerledim ve suyu uzattım.

Bardağı ağzına götürdü ve sonra maskesini hatırlamış olacak ki, elini maskesine attı. Ben de o sırada kendisini izliyordum. Maskesini açmasını beklerken, hızla elini çekti. 'Yüzümün görünmesini istemiyorum yanlış anlamayın.' Kaşlarımı çatıp kafamı biraz öne eğdim. 'Benim savcı olduğumun farkındasınız ama değil mi? Herhangi bir şekilde lehinize kullanmam bunu.' Soru sorarcasına kurduğum cümleler gerçekten merak etmem sonucunda ortaya çıkmıştı. Halbuki ben merak duygumu asla belli etmezdim.

'Amaç o değil Savcım yanlış anlamayın lütfen.' Derin bir nefes aldım. 'Madem şöyle yapalım.' Ayağa kalktım ve pantolunumun belini düzelttim. 'Ben bir üstümü değiştirip geleyim siz de o sırada susuzluğunuzu giderin. Sonrasında konuşuruz inşallah.' Hızla kafasını salladı, ben de oyalanmayıp odama ilerledim.

BaşsavcımWhere stories live. Discover now