•7

566 20 0
                                    

Lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı unutmayın (⁠◍⁠•⁠ᴗ⁠•⁠◍⁠)⁠❤

İyi okumalar!

•••

Hafsa ve Adli Tıp Raporu;

Kalemlikte bulunan tükenmezlerden birini sağ elime aldım. İşaret ve orta parmağımın arasına koyup döndürmeye başladım. Odaklanma yöntemimdi.

'Evet.' Dosyanın açık olan ilk sayfasına baktım ve durdum. 'Bence şuan hastaneye gitmeliyim?' Kendi kendime sordum ve yine kendi kendime onay verip oturduğum yerden kalkarak kalemi masaya fırlattım. Kalktığım gibi de geri oturdum. Fırlattığım kalemi de tekrar elimin arasına aldım.

'Dosyayı inceleme, ekleme yapma, direkt hastaneye git öyle mi? Kadının yaralarına her türlü şeyi yapmışlardır şimdiye. Gidip neresinden ne anlayacaksın?' Dirseklerimi masaya yaslayıp, başımı iki elimin arasına aldım ve ofladım. 'Hafsa, bazen sana inanamıyorum gerçekten. Doğru düzgün hareketlerde bulunamıyorsun.'

Odanın kapısı açıldığında otomatik olarak kapıya döndüm. 'Rahatsız ediyorum Başsavcım ama Tuğgeneral Ertuğrul Tuna Sağlam'ın size iletmemi istediği bir şey var.' Dilimi yanağımın sol tarafına itip birkaç saniye bekledim. Kapıdan içeriye girmeyen, sadece kafasını uzatan Binbaşı'ya olan bakışlarımı çekmedim. İçeriye girip ile girmemek arasında kalmış ardından da girmişti. Masamın önünde ayakta dikilmeye başladı.

Bakışlarımı yüzüne sabitleyip düşündüm. Tuğgeneral Ertuğrul'un bana iletecek neyi olabilirdi? Kendisiyle olan iletişimimizi yıllar önce kesmiştik ve şuana kadar bir kere bile aramızda konuşma hatta ve hatta selamlaşma olayı dahî gerçekleşmemişti.

Binbaşı kendisini süzdüğümü düşünmüş olacak ki rahatsızca yerinde kıpırdanıp, elindeki kağıtları masaya bıraktı.

Şeffaf dosya içerisindeki kağıtların renkleri, kelimelerin yazıldığı kalemlerin renkleri ve kelimelerin arasındaki boşluğun boyutuna bakılacak olursa, Tuğgeneral Ertuğrul'un değil de Binbaşı Ertuğrul'un işi gibi duruyordu. Kağıtlara elimi sürmeden, kalemle masanın diğer ucuna kadar ittim.

'Size bunu Tuğgeneral mi verdi yoksa Binbaşı mı?' Kaşlarını çattı. Bir şey söyleyip ile söylememek arasında gidip geliyordu. Maskesi her ne kadar kahve gözü dışında her yerini örtse de, anlamak o kadar zor değildi. Ağız hareketleri ile bağlantılı maskesi oynayıp duruyordu.

'Cevap vermeme hakkımı kullanıyorum Başsavcım.' Düşen moralimi umursamayıp gülümsedim ve kafamla onayladım. 'Ben anlayacağımı anladım zaten.' Ne yapacağını bilmiyormuş gibi davrandığında elimle koltuklardan birini gösterdim. Tereddüte düşmüş ama yine de oturmuştu.

'İkisi beraber sizden bunu istedi değil mi?' Soru sormuyordum aslında emindim. Ertuğrul tek başına yapmaya cüret edemezdi, çünkü benim ona karşı olan sert tutumumu biliyordu. Tuğgeneral'i de işin içine katma sebebi de tam olarak buradan geliyordu. Benim sesimi çıkartmayacak olduğumu düşünüyordu.

Ama sadece düşünüyordu. Çünkü çıkartacaktım. Benimle en ufak bir iletişime dahî geçmemeleri için çok uyarmıştım zamanında.

'Haddime değil ama, Tuğgeneral ve Binbaşı'ya olan nefretinizin sebebini öğrenebilir miyim?' Gözlerinin içine baktım yine birkaç saniye, sebepsizce.

'8 yıl önce başladı onlara olan nefretim. Mesleğime yeni yeni adapte oluyordum. Binbaşı o zamanlar erdi. Tuğgeneral ise Albay.' Nefes sesi bile duyulmuyordu, ciddi ve gereksiz sessizliği ile dinliyordu. 'Binbaşı benim süt abim. Tuğgeneral'de süt dedem oluyor.' Tepkisini ölçmek için bir müddet sustum. Herhangi bir tepki vermedi. Belli ki zaten anlatmışlardı.

'2. davam kendi akrabalarım ile ilgiliydi. Gerçekten bir suça karışmış olabilme olasılıkları yoktu. En başından sonuna kadar da bunu savundum zaten.' Rabia'nın kahvemin yanında getirmiş olduğu sudan bir yudum aldım.

'Savunan tek kişi de bendim.' Hâlâ elimde olan kalemle oynamayı asla kesmiyor, bakışlarımı üzerinden çekmiyordum.

'Süt annem yani Binbaşı'nın annesi, süt kardeşim, sütbabam, kendi annem, kendi babam ve kardeşimin terörle bağlantısı olduğuna dair bir şeyler zırvalandı. Kim tarafından olduğu bilinmiyordu, bilen tek kişi Tuğgeneral'di.' Kalemle oynamayı bir müddetliğine bıraktım ama gözlerim hâlâ elimdeydi.

'Bana denilen tek şey o saydığım kişilerin terör örgütü mensubu oldukları, net bir bilgiymiş.' Alayla güldüm. Kalemi bıraktım ve sinirden parmaklarımla oynamaya başladım.

'Davayla ilgili bilgi toplamama bile izin verilmedi! Yapmam gereken şey burnumu sokmamakmış!' En sonunda bakışlarım Binbaşı'yı bulduğunda, anlamladıramadığım bir şekilde bana baktığını gördüm.

'Ve ben ne yaptım biliyor musun?' Hiç kimseye değil, bütün sinirim neredeyse kendimeydi.

'Öfkemi kontrol edemiyordum o zaman, kafasına göre takılıyordu resmen. Sinirlendim ve anlık bir şekilde üstlerime karşı gelerek davayı üstlenmediğimi söyledim!' Sesim sonlara doğru baya bir yükseldi.

'Eğer o davadan çekilmeyip! Farklı bir yolla sinirimi atmaya çalışıp! Ailemin aleyhine deliller bulmuş olsaydım! Şuan vicdan azabı çekiyor olmazdım!' Gözümden akan birkaç damla devamının geleceğinin habercisiydi.

'Evet suçluyum! Vicdan azabı da çekiyorum! Ama kendimde gördüğüm suçun bilmem kaç katı suçlu olanlar Tuğgeneral bozuntusu, onun mevkidaşları, üstleri ve kendisini bir halt zanneden o Binbaşı!'

'Bir insan kendi ailesinin ortada bir delil yokken, altını çiziyorum bir delil yokken terör mensubu olduğuna nasıl inanabilir? Aklım almıyor. Çabalayan tek kişi bendim Binbaşı.' Sesim kısıldı ama umursamadım. Tekrar ettim. 'Çabalayan tek kişi bendim.'

Oturduğum sandalyede iyice küçüldüm ve dur durak bilmeyen yaşları göndermeye de çalışmadım.

Savcıydım, evet. Hatta başsavcıydım.
Ama bu, insanların düşündüğünün aksine duygusuz biri olduğum anlamına gelmiyordu, gelmeyecekti.

Hâlâ hiç hareket etmemiş olan Binbaşı'ya baktım. Gözlerinin dolu dolu olduğunu görebiliyordum. Teselli edecek cümleler kurmasını bekledim. Boş bekleyişlerdi belki, ama bekledim. Tek bir kelime bile etmedi. Gözyaşlarını geri gönderdi ve kafa selamı verip odadan çıktı. Beni de, vicdan azabımla bir başıma bıraktı.

Uzun zamandır duygu boşalması yaşamıyor olduğumdan mütevellit, normalden de fazla sürecek gibiydi.

Ama önümde duran adli tıp raporunu bir kenara atamazdım. Ben ailemi kaybetmiştim. İdam edildikleri sırada elimden hiçbir şey gelmemiş öylece ayakta dikilmiştim. Kanları yerde kalmıştı. Buna sebep olanları ise 8 yıldır hâlâ bulamıyordum.

Bir başkasının daha annesinin kanının yerde kalmasına izin vermeye pek niyetim yoktu. Bunun için de olabildiğince çabuk, asla oyalanmadan kendimi toparlamam gerekiyordu.

BaşsavcımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin