•5

823 31 1
                                    

Lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı unutmayın (⁠◍⁠•⁠ᴗ⁠•⁠◍⁠)⁠❤

İyi okumalar!

•••

Gece saat 2 buçuk;


'Kafam o kadar dolu ki.' Her iki elimi de kafamın yanlarına koyup ovmaya çalışırken, baş ağrımı geçirebilecek bir çözüm arıyordum. Ama her ne yaparsam yapayım, aklımın her bir köşesinde bulunan farklı farklı dava, suç ve operasyonlar beni rahat bırakmıyordu. Yapmam gereken araştırmalar bir anda 3 katına çıktığı için kendimi allak bullak hissediyordum.

Masanın üstünde duran, sayılarını kestiremediğim dosyalara baktım ve elimle sertçe alnıma bir fiske atıp sandalyemde dikleştim. Ne kadar oyalanırsam o kadar uzar ve zorlaşırdı.

'Evet, ilk önce şu tacizci köpeğin dosyaları ile ilgilenelim. Zaten zor olmaz, hayvan herif hapisten kaçtı. Sonra benim listeyle ilgilenir, en son da adli tıp raporunu incelerim.' Yaptığım planı yürürlüğe sokarak, Mahsun Demirtaş'ın bütün suçlarının bulunduğu dosyaları elime aldım.

'Şaka yapıyorsun?' Ağlamaklı bir ses çıkartıp yerimde biraz tepindim ve ayağa kalktım. Dosyalardan biri, adliyedekilerden biriyle karışmıştı ve bunu gecenin bir saatinde fark ediyordum. Sağ elimi saçımdan geçirdim ve ceketimi elime alarak daireden ayrıldım.

Adliyeye varana kadar aklımı kurcalayan şey, videodaki kızdı.

Afganistan uyruklu, babasının işi üzerine Arabistan'da konaklayan, taşındıktan 4 ay sonra babasının şehit ettirildiği ve 13 yaşındaki kızın bir adama tabiri caizse satıldığı ile ilgili davası, yaklaşık 9 ay önce benim düzenlediğim operasyon ve soruşturma kapsamında, konuyla en ufak bir ilgisi olan herkes tutuklanmıştı.

Belli ki herkes tutuklanamamıştı.

14 yaşına yeni yeni giren masum ve bir o kadar da kötülüklerden korunarak yetiştirilen çocuğa ne gibi bir kin beslenebilirdi. Kendilerine ne yapmış olabilirdi?

Saten pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım ve kızı tuttuğumuz yetimhanenin müdürünün numarasını aradım. Açan olmamıştı.

Düşüncelerimle savaşırken odama ne ara geldiğimi düşünecek zamanımın olmadığına kanaat getirerek, elimdeki dosyayı masanın üzerine resmen fırlattım. Eve gidip zaman kaybetmemek adına, masamın altındaki gizli bölmeyi şifreyle açarak arabanın yedek anahtarını aldım.

Seri adımlar atarak ilerlediğim arabamın yanı başında aynı Binbaşı'yı görmem ile kavisli olan kaşlarım ufaktan çatıldı.

Beni görmesi ile büyük adımlar atarak yanıma geldiğinde, kendisine bakarak zaman kaybetme hatasını yapmadım. Her saniye altın değerindeydi.

'Başsavcım adliye sınırlarından çıkmanız şuan için çok tehlikeli.' Açıklama yapmasını bekliyor ama hızımdan bir şey kaybetmiyordum.

'Adliye ve kışla çevresinde pusu kurulmuş, dışarıdan destek gelmesini beklemeden kimsenin çıkmasına izin verilmedi Tuğgeneral Sönmez tarafından.' Arabamın yanına gelmemle eş zamanlı cümlesi bitti ama vaktim bitemezdi.

'O zaman Binbaşı, 3. bölgeyi hazırlatın. Vakit kaybedemem. Kaybedemeyiz. Benimle gelecek bir ekip hazırlayın.' Beni tasdiklemeyen bakışlar atarken, karşı gelemeyeceğinin farkındaydı. Kafasıyla onayladı ve koşarak, yaklaşık 10 metre ilerimizde ayakta dikilen erlerin yanına gitti.

Her zaman yanımda, boynumda bulunan 3. bölge izin kartını şeffaf kart koruyucudan çıkardım ve elime aldım.
(Yn:vallaha normalde böyle birşey yok bildiğim kadarıyla ama bu bir watty kitabı her uydurukluk her saçmalık olabilir. Her türlü zırvalığı da yapıyorum yani hakim değilim çok, yeri gelmişken söyleyem dedim.)

Askerlerin kalıyor olduğu lojmana koşarak ilerliyor ve arkamda kalan Binbaşı ile bir kaç askerinde en az benim kadar hızlı koştuğunu adım seslerinden anlıyordum.

Lojmanın asansör bölümüne geldiğimde düğmeye basarak kapıları açtım ve içeriye geçerek arkada kalan askerlere baktım. Binbaşı 3 saniye sonra sağ yanımda yerini alırken, 6 saniye sonrada diğer askerler 2'ye bölünüp sağ ve sol yanıma geçmişlerdi.

Elimdeki kartı tuşların bulunduğu kısmın 5 santim altına bastırıp asansörde yayılan yeşil ışık ile birlikte 5. kata bastım.
(Yn:çok ufacık the k2'den esinlenmiş olabilirimƪ⁠(⁠˘⁠⌣⁠˘⁠)⁠ʃ )

Çevremdeki herkes 5 rakamının benim için ne kadar ehemmiyet gösterdiğini bilirdi, sebebini bilmeselerde.

'Güvendiğin askerleri aldın değil mi Binbaşı?' Sorum üzerine birkaç saniye duraksayip, aynalardan gördüğüm kadarıyla sırayla herkesle göz göze geldi.

'Şüpheniz olmasın Başsavcım.' Kapısı açılan asansörden çıkıp, eni 1 metre uzunluğu 10 metreden oluşan, her tarafı camla kaplı ve camların arkasında yeşil ışıklarla çevrili odalara göz atan askerlere baktım. Belli ki daha önce gelmemişlerdi.

'Hoşgeldiniz.' Koridoru bitirip, bir sürü dijital aletler ile donatılan odaya girdiğimizde yukarıdan Ayna'nın sesi duyuldu. Odanın ortasında 'ben komut vermedikçe' ses geçirmeyen büyük, cam bir oda daha vardı. Hızımı kesmeden içine ilerlemiş, arkamdan kapısı Ayna tarafından kapatılmıştı.

'Ayna, mikrofonu aç.' Askerlerin tam karşısında kalan sandalyeye oturup masaya bağlı mikrofonu elime aldım. 'Beyler sağ 4. alet ve sol 4. alet etrafına yarıya ayrılarak oturun.' 4'erli şekilde ayrılıp emrimi yerine getirdiler. Her biri alet etrafına konulmuş sandalyelere oturdular.

'Şimdi masa ortasında bulunan ekranlara bir liste gelecek. Herkes kendi önündeki listede bulunan soruları, dijital klavye ile açıklığa kavuştursun.' Önlerine dönüp kendilerinve ufak hesaplamalar yaparlarken Ayna'ya seslendim.

'Ayna, askerlere izin ver, soru sorabilirler. Sadece liste üzerinde yazan bilgiler hakkında.' Mikrofonu elimden bırakmadan öncede son emrimi verdim. 'Ayna, kapıyı aç.'

Oturduğum yerden kalktım ve odanın tam karşısında bulunan, varlığı belli olmayan kapıya ilerledim. Kimseye gözükmeden adliye sınırlarından uzaklaşabilirdim.

BaşsavcımWhere stories live. Discover now