5.2

231 28 17
                                    

Magnolia'dan

Ne sevmeyi, ne sevilmeyi hak etmediğimi bir daha, daha net anlamıştım bugün. Her şey boka sarıyordu. Her şeyi bok ediyordum. Ne güzeldim, ne iyi biriydim. Hak etmiyordum işte hiçbir şeyi. Doruk haklıydı, ben olsam ben de sevmezdim beni. Sevilecek yanım yoktu ki benim.

İradesiz aptalın tekiydim üstelik.

Yine rastgele bir bara gelip dağıtmaya başlamıştım. Kaçıncı kadehteydim bilmiyordum. Başım yavaştan dönmeye başlamış, sarhoş olduğumu on metre ilerden anlaşılmasına sebep olacak bir gülümseme de yüzüme yerleşmişti.

Kötüydüm.

Çok kötüydüm.

"Magnolia?!" Bu kadar erken mi sarhoş olmuştum? Kimsenin beni tanımayacağına emin olmak için şehir değiştirmiştim. Şimdiyse bana seslenen birini duyuyordum.

"Magnolia ne isin var burda?! Alkol mü aldın sen?!" Duyduğum sesin kime ait olduğunu algıladığımda tüm mayhoşluğumu kaybederek bakışlarımı boşalan kadehimden çektim.

"Harry?"

"Kaç kadeh içtin Magnolia?! İçmemen gerektiği hakkında kendin konuştun benimle! Ne yapıyorsun burda?! Tüm çabalarını çöpe atmak dışında ne yapıyorsun?!" İlk içkimi sipariş etmemle kafamın içinde dört dönen cümleleri birinden duymak öylesine canımı yakmıştı ki Doruk'un bana yapmak istediği bile daha az etki etmişti büyük ihtimalle.

"Gider misin? Lütfen..." Gözlerimin dolmaya başladığını hissettiğimde bakışlarımı tekrar kadehime çevirdim.

"Hayır, gitmem. Tek başıma hiçbir yere gitmiyorum. Sen de geliyorsun." O günkü sözlerdi bunlar. Doruk'un söylediği sözler. Yağmur dışarıda ağlarken, Doruk'un beni mekandan çıkartmak için uğraşırken sarf etti sözlerdi. Aklıma gelenlerle ne gözyaşlarımı ne de hıçkırıklarımı tutamamıştım.

Kahretsin ki o herifi çok sevmiştim.

"Magnolia? Ağlıyor musun sen? Ağlama, lütfen... Tamam, bak özür dilerim. Çok özür dilerim, ağlama Magnolia. Lütfen ağlama." Harry'nin yumuşayan sesiyle yaşlarım hızlandığında yüzümü ellerimin arasına alarak gizlemeye çalıştım. Ağlamaktan nefret ediyordum.

"Magnolia... Yapma böyle..." Hıçkırıklarımın da artması ve yüzümü kapatmamdan dolayı nefes alamamaya başladığımı hissediyordum ama ellerimi çekemezdim. Birinin karşısında ağlamak... Tamamiyle güçsüzlüktü... Tamamiyle kaybettiğini kabul etmekti...

Ellerimin üstünde narin dokunuşlar hissettiğimde, ellerimi biraz daha kastım. Ağladığımı görsün istemiyordum işte, anlamak bu kadar zor olmamalıydı.

"Magnolia, kapatma yüzünü. Bak nefes düzenin bozuldu. Kaçınma benden, lütfen." Narin dokunuşlarını biraz daha sertleştirerek ellerimi çekmeye çalıştığında, ani bir hareketle ellerimi açıp boynuna doladım. Kollarını belime sardığında yüzümü tamamen omzuna gömdüm.

"Magnolia, bak görmüyorum seni. Kaldır başını, nefes düzenini bozma lütfen." Başımı biraz kaldırıp çenemi omzuna yasladığımda bana daha sıkı sarıldığını hissettim.

"Anlatmak ister misin?" Başımı hayır anlamında sağa sola salladım.

"Peki... Sana yardım edebileceğim bir şey var mı?" Birkaç dakika boyunca sorusuna cevap vermedim. Yaşlar gözlerimden usulca akarken kendimde konuşmaya dair bir güç bulamamıştım.

"Beni sevebilir misin ki?" Titrek sesimle sorduğum sorunun ardından vücudunun kasıldığını hissettim.

"Seni zaten seviyorum Magnolia." Gergin ses tonuna anlam verememiştim. Sevmiyordu da tamamen zorunlu hissettiği için mi böyle söylemişti.

"Sevmiyorsan sevmiyorum diyebilirsin, Harry. Alıştım." Umursamazca sormaya çalışmıştım ama diken üstünde olduğum on metre ileriden fark edilebilirdi.

"Sevmeseydim burda sana sarılıyor olmazdım." Yumuşak ses tonu aniden sertleştiğinde kaşlarımı çattım. Bu kadar gerileceği ne vardı ki ortada?!

"Neden bu kadar gerildin o zaman?!"

"Ağlamandan hoşlanmadım. Gülümseyince yanaklarında beliren gamzeler daha çok hoşuma gidiyor." Sorumu alaya alarak kaçtığını anlayamayacak kadar aptal değildim ancak şu an buna kafa yoramayacak kadar mayışmıştım.

"Çıkalım mı?" Başımı omzundan kaldırıp, ağzımın içinde olur diye mırıldandım. Çantama uzandığımda boş kadehim gözüme çarptı. Tekrar gözlerim dolduğunda derin bir nefes aldım ve Harry'e döndüm. Anlayışla başını salladı ve belime sarılarak yürümeme yardım etti. Başımı göğsüne yasladığımda yüzümde yorgun bir gülümseme belirdi.

Aşkımın nefrete dönüşmesi sancılı olmuştu. Beni o kadar yormuştu ki başımı dik tutamıyordum.

Ancak sonunda içimde Doruk'a karşı bir tutam aşk kalmamıştı. Ondan tüm benliğimle nefret ediyordum. Bu kadar yıkılmama sebep olduğu için ondan nefret ediyordum.

Ona karşı olan göz perdem inmişti. Hak ettiğini alacaktı. Hak ettiğini verecektim.

Yüzüme en sevdiğim, klasik gülümsememi yerleştirdim. Yüzümdeki daha kurumamış yaşlarımla tezat oluştursa da bu tezat bugündü. Bu tezat bugünü anlatıyordu, bugün oluşmuştu.

Bardan çıktığımızda temiz havayı içime çektim. Aldığım alkollerden başım hatrı sayılır şekilde dönüyordu. Harry'e biraz daha sokuldum. Belki düşmemek için, belki sadece varlığını hissetmek için... O da beni sıkıca sardığında gülümsemem büyüdü.

"Harry?"

"Bir şey mi oldu? İyi misin? Başın dönüyor değil mi? Gel şurada bekleyelim valeyi." Endişeyle konuşmasını durdurmak adına Göğsünden başımı kaldırdım.

"Maskeli Balo çok eğlenceli olacak."

"Anlamadım?" Yüzümdeki manidar gülümseme büyüdü.

"Eğlencemde bana katılır mısın?"

naber naber
doruk itinin arkasından bebisimi cok da aglatamazdim
vakit biraz eglenme vaktidir ballarım

maskeli balo - textingWhere stories live. Discover now