~38~

749 80 14
                                    

  

  

   Söyleyecek hiçbir lafı kalmayan Jimin, “Tamam...” demişti gülümseyerek, bu defa içten ve çok gerçekti gülümsemesi.

  Pes etmişti artık.

  Belki aylar önce buraya ilk geldiğinde yapması gereken şeydi bu. Yenildiğini kabul ediyordu...

  Jungkook kazanmıştı, çocuklar buraya aitlerdi.

  Bacakları titriyordu ama yine de ayağa kalkabilmişti. Eline mumlardan birini almış, herkese iyi geceler dilemişti. “Yorgunum biraz, erken yatayım...” demişti. Yalan da değildi zaten, kendini çok bitkin hissediyordu.

  Noona, “Jimin dur yavrum gitme, konuşalım...” diyerek onu durdurmaya çalışmıştı ama genç adam, “Ne olursun Noona...” demişti.  “Yarın konuşalım olur mu?”

  Kimsenin başka bir şey söylemesine fırsat bırakmadan da yan eve gitmişti.Yine yağmurlu ve rüzgârlı bir güne uyandığında, gece yaşananların gerçek olduğunu yeniden kavramak Jimin’i bir kez daha yaraladı. Jungkook’a hissettikleri olmasa her şey daha kolay olabilirdi. En azından şu anki düzeni devam ettirebilirdi. Fakat Jungkook’la geldikleri bu noktada Jimin artık nefes bile alamıyordu, üstelik önünde sonunda bunun çocukları da etkileyeceği aşikârdı.

Ağır hareketlerle üzerini giyinen Jimin bavulunu hazırladı, ardından da Bay Han'ı aradı.

  “Senden bir iyilik isteyeceğim Han Wool Hyung...”

  Oğlanın sesi öylesine tükenmişti ki adam sadece, “Elbette...” dedi. “Ne istersen!”

  “Bir saat sonra beni alıp Busan’a götürebilir misin?”Genç adamın sesindeki bir şey, yaşlı adama bunun nasıl bir gidiş olduğunu anlatmıştı. Yavaşça içini çeken adam, “Bir saat sonra kapıdayım...” dedi.

  Bavulunu alan Jimin aşağı indi. Evde kimse yoktu. Noona çocuklarla birlikte kahvaltı ediyor olmalıydı. En azından bu açıdan genç adamın  içi çok rahattı. Noona, Taehyung ve Arin’e gözü gibi bakacak, hiçbir şeylerini eksik etmeyecekti. Çocuklara ihtiyaçları olan her şeyi verebilecek olanlar Noona ve Jungkook’tu.

  Jimin tahmin ettiği gibi onları kahvaltı masasında buldu. Arin çilek reçeli sürülmüş bir ekmeği ağzına götürürken, “Uykucu, uykucu!” diye seslendi kıkırdayarak. “Kahvaltıya yetişemedin!”

  Noona dikkatle Jimin’in yüzünü süzüyordu. Oğlanın  nasıl olduğunu anlamaya, gecenin izlerini görmeye çalışıyordu. Taehyung’sa başını tabağından kaldırmamıştı. Küçük oğlan gece Jimin’in söylediklerini duyduğu andan itibaren yeniden içine kapanmış, oğlanı görmezden gelmeye başlamıştı.

  Jimin neşeli görünmeye çalışmadı, gülümsemeye de...

Acı hissediyordu ve nasıl hissediyorsa öyle görünüyordu.

  Masaya yaklaşan genç adam çocuklara yaklaştı ve onlara doğru eğilip ikisini birden kollarının arasına aldı, saçlarından, alınlarından öptü, kokladı. “Sizi her gün arayacağım olur mu civcivlerim?” dedi. “Ve sizi ne kadar sevdiğimi sakın unutmayın...”

  Taehyung oğlanın  kollarından kurtulup, koşarak yukarı kata çıktı ve ardından çarpılan oda kapısının sesi duyuldu.

  Arin ağzında lokması, ağlamaya hazır gözleriyle bakıyordu. Minik kızın kendini tutmak için gösterdiği olağanüstü çaba Jimin’in acısını daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Kızın sapsarı saçlarından bir kez daha öpen Jimin, onun kokusunu yeniden içine çekti.

  Genç adam Noona’ya da sımsıkı sarıldı ve “Onlara bize baktığın gibi bakacağını biliyorum Noonacığım...” diye kulağına fısıldadı. “Gözüm hiç arkada kalmayacak...”

  Yaşlı kadın, “Ah Jimin...” dedi. “Ah Jimin... Lanet olası Park inadı!”

“Jungkook’a benim adıma teşekkür et lütfen... Bu arada ev ve bağ için kira istemiyorum, dilediği gibi kullansın her ikisini de... Söylersin.”

  Jimin bavuluyla kapıya çıktığında Bay Han’ın kendisini beklemekte olduğunu gördü. Arkasındansa Noona’nın, Arin’i neşelendirmeye çalışan sesi duyuluyordu: “Hadi bakayım asma suratını öyle, her gün Jimin’i arar konuşuruz. Şu işlerim bir bitsin, senin evinde kek yaparız birazdan olur mu?”

  Bay Han, oğlanın  bavulunu alıp bagaja yerleştirdi. Jimin’se artık kendisini taşımakta zorlanan bacaklarıyla inatlaşmayı bırakarak arabaya girip oturdu.

  “Han Wool Hyung sana zahmet olmazsa beni bir otele bırakır mısın?”

  Adam sadece başını salladı ve yol boyunca hiç konuşmadılar. Bay Han, oğlanı ve kırık kalbini kendi yalnızlıklarına bıraktı.

  Büyük bir otelin önüne geldiklerinde Jimin yaşlı adama bakıp sessizce gülümsedi. O da bu gülümsemenin söylediklerine, “Siz çok iyiydiniz be Jimin...” diye cevap verdi. “Bakarsın bir dolunayda çıkar gelirsin gene.

Park Jimin kendisini havaalanından getiren taksinin kapısını kapatırken, kuvvetle esen rüzgar, sarı saçlarını yüzüne doğru savurdu. Uzaklarda bir yerlerden gök gürültüsü duyuldu. Gelirken yağmurunu da beraberinde getirdi. Yanında getirebildiği tek şey buydu !

" Sonbahar " diye aklından geçirdi, Sonbahara girmiş bile sayılmazlardı..

Dairesinden içeri girdiğinde, valizini öylece kapının yanına bırakıp , kendini koltuğa bıraktı. Birdenbire yağmaya başlayan yağmur, çakan şimşek, salonu kısa süreliğine aydınlattı. Bacaklarını göğüsüne doğru çekip , başını dizlerine koyan genç adam, parlaklığını kaybetmiş bal köpüğü gözlerini kapattı...

Yorgun, Uykusuz ve Mutsuzdu...

Otele girer girmez, uçak biletini değiştirmek için havayolu şirketini aramıştı fakat en erken iki gün sonraya alabilmişlerdi uçuşunu. İki gün boyunca yataktan çıkmamıştı. Hayır, uyumak, dinlenmek için filan değil... Sadece tavanı seyredip yatmıştı. Dışarıdaysa, dinmeyen yağmur alabildiğine inmeye devam ediyordu.

  Şimdi ise evinde ve eski hayatındaydı. Asla aynı olmayacak olan eski hayatı...

  Artık biraz dinlenmeli, ardından da işinin başına dönmeliydi ama şu an uykuya dalarken düşünmek istediği tek şey o küçük  kasaba da ardında bıraktıklarıydı. Taehyung, Arin, Jungkook, Noona...

  Kapalı gözleriyle, “Belki...” diye düşündü genç adam. “Belki Noona tatillerde bana getirir onları... Odalarını da hazırlarım... Burada diledikleri kadar kalırlar. Sinemaya götürürüm, birlikte yemek hazırlarız... Sonra onlarla beraber...”


Okuduğunuz için teşekkür ederim 🦋💙

   

JASMINE  《Jikook》Where stories live. Discover now