Bölümde küçük değişiklikler yaptım. Kitabı düzenlemeye aldım diğer iki bölümü de düzenleyip atacağım
Bu bölümü majesterihome ithaf ediyorum.
Keyifli okumalar
Ağaçlar çıplak dallarını nazlı bir gelin edasıyla kara emanet etmiş, bembeyaz duvaklarını örtünmüşlerdi. Ay, nöbetini güneşe devretmiş; yatağına girip örtüsünü üzerine çekmişti. Sabahın ayazını kırmaya çalışan güneşi bugün yoğun bir mesai bekliyordu. Ocak ayını bitirmiş, şubat ayına girmiştik. Zaman su gibi akıp gitmiş, biz elimizde boş bardaklarla, kurumuş çatlak dudaklarla beklemiştik. Kütüphanede geçen zamanım, okumak ve araştırmakla geçmiş, teoride öğrenmem gereken her şeyi öğrenmiştim.
İsis'in tanrıça olduğunu, kanadındaki bir tüy kadar hafif ve temiz kalpli insanlara sonsuz hayatı verdiğini öğrenmiştim. Her beş yüz yılda bir elçi seçtiğini, bu yüzyılda gelmiş, seçilmiş elçinin de ben olduğumu da öğrenmiştim. Benim varlığım, Osiris'in öldürüldüğü tılsımlı hançer ve dilek hakkı... Üçü bir araya geldiğinde kapıyı açıyor, yolcuyu gassala yani Osiris'in diğer oğlu olan Anubis'in seçtiği elçilere götürüyormuşum. Bedenlerini gassal ortadan kaldırırken ruhlarını ölümler diyarına, İsis'in kızının yani benim açtığım kapıdan geçerek götürüyorlarmış. Ruhları sonsuza dek ölüler diyarında cennette veya dünyada kalmayı tercih ediyorlarmış. Tüm bunlar kitaplardan okuyarak öğrendiklerim, aynı zamanda kitapları okuyan herkesin bildiği şeylerdi. Bilmedikleri şeyleriyse sonu kötü biten bir tecrübeyle öğrenmişlerdi.
Turgut bey tılsımlı hançeri kullanmış, dilek dilemiş ve benim yanımda intihar etmişti. Gassal onun bedenini ortadan kaldırmış, ben baygınken açtığım kapıdan geçip ruhunu ölüler diyarına gidip cennete bırakmıştı. Aynı şeyi Mary McCartney ve eşi yapmak istemişti. Onların fark edemedikleri şey benim yerime güneşti. İsis'in sembolü olan güneşin doğduğu bir zamanda açık alana gitmişler, dilek dileyip tılsımlı hançerle intihar etmişlerdi ancak diledikleri dilekte ben bir istekte bulunmuyordum ve yanlarında yoktum. Bu yüzden bir insan olarak ölmüşlerdi. Kitapta geçen güneş kavramının beni kast ettiğini kötü bir tecrübeyle öğrenmişlerdi. O gün Poyraz ve Baybars bu yüzden oradaydılar. Cesetleri alıp sıradan bir intihar gibi göstermek istemişlerdi. Güneşin kastettiği tüm işaretler beni gösteriyordu. En başta Turgut beyi öldürdüğümü iddia ederek beni evde gözlem altında tutmuşlar, sonrada mühürlü kalplerimiz sayesinde eve getirmişlerdi. Planları büyüktü ama amaçları beni korumaktı.
Cennete gitmeyi kim istemezdi? Sonsuza kadar ruhunun özgürce dolaşmasını, ölümsüzlüğü kim istemezdi ki? Özellikle de suç işleyen kişiler... Peşimde olan çok kişi vardı ve ben bu ev sayesinde korunuyordum. Tüm bunlara rağmen içimde geçmeyen bir huzursuzluk vardı. Tüm okuduklarım bunları söylerken, aslında söylenmemiş, dile getirilmemiş, benden gizlenen şeylerin olduğunu da biliyordum. Güneş kelimesi beni işaret ederken kitapta geçen kelimelere dikkat edilmeli, farklı anlamlara gelebileceklerini de düşünmek gerekiyordu. Daha bilmediğim, bilmedikleri şeyler vardı. Aybars kitapları baştan okuyor, Nazlı farklı anlamlara gelebilecek kelimeleri not alıyordu. Bu süreç ne zamana kadar devam edecekti bilmiyorum ama varlığım kulaktan kulağa yayılmaya başlamış, beni görmek isteyen bir çok insan ortaya çıkmaya başlamıştı.
Omuzlarımdaki görünmez yük, dizlerimi titretiyordu. Hayatımdaki tek endişem, zamanında yetişemedim haberler ve işimden bambaşka bir yere evrilmişti. Görevim, cenneti hak etmeyen insanların kapıdan geçmesine engel olmaktı ama hak edip etmediğini nereden bilecektim? İsis'in kanatları bende yoktu. Neye göre kalplerini tartacaktım? Aklımda bir çok soru vardı ve tüm bunlar hala benim için gizemini korumaktaydı.
Ben istemediğim sürece dileklerini dile getirseler bile kabul edilmeyecek, istediklerini elde edemeyeceklerdi ancak bu onları durdurmaya yetmeyecekti. İçimde kötü şeylerin olacağına dair bir his vardı. Huzursuzdum.
"İyice zayıfladın. Çikolatayla, tatlıyla beslenmek sana yetmez bunu biliyorsun değil mi? Daha fazla kahve de yasak sana!" Önümden çekilen kahve bardağını yakalamaya yetişemedim ama son kalan çikolatalı fındıklı ekler parçasını ağzıma atmayı başarmıştım. Kapanmayan ağzımı elimle kapatıp zar zor çiğnerken öfke dolu gözlerimi Ceylin'in üzerine diktim. "İşin yok mu kızım senin? Ne istiyorsunuz benim kahvemden tatlımdan? Huzur içinde oturup kitap okuyamayacak mıyım ben?" Okuduğum sayfayı kaybetmemek için adımın yazılı olduğu ayracı sayfaların arasına koyup sitemle kitabımı kapattım. Son Seferad. Heyecanla okuduğum sahneler, son bir kaç aydır okuduğum tarih kitaplarının en üst sırasında yer almaya adaydı. Başımı kaldırıp etrafa baktığımda masaların çoğunun dolduğunu fark ettim. Kütüphane ben ne zaman kitap okumaya gelsem doluyor, ben çıktıktan sonra da boşalıyordu. Koca evde kendimi izleniyormuş gibi hissediyordum. Gözlerden uzak, huzur içinde yalnız kalabileceğim bir yer yok gibiydi. Son bir haftadır yurt dışından gelenlerle birlikte tüm odalar dolmuş, etrafta gürültü hakim olmuştu.
"İşin yik mi kizim sinin? Yok! Benim senden başka işim yok! Aslı, tatlım, huzurdan mı bahsediyorsun? Bu kötü beslenme tarzıyla huzuru anca mezarda bulursun. En son ne zaman yemek yedin?" Ceylin bir eline kahve tabağımı almış, diğer elinde serçe parmağını havaya kaldırmış yedi göbek asilzade gibi kahve fincanımda kalan kahvemi içiyordu. Bir kaşını kaldırıp attığı üstten bakışlarıyla daha çok eğitmesi gereken çocuğu kınayan mürebbiye gibiydi. Beni taklit etmesi de sinirimi bozmuyor değildi.
"Az önce?" Az önce yediklerim de yemek sayılır.
"Gözlerinin altı kararmış artık. Yüzün, dudakların bembeyaz. Kansız kalmışsın. Ayakta duracak halin yok. Doğru düzgün beslenmiyorsun, uyumuyorsun. Kendine acımıyorsan şu adama acı artık." Eliyle işaret ettiği tarafa baktığımda başı eğik halde pencereden dışarıyı izleyen Baybars'ı gördüm. Ellerini ceplerine sokmuş, her zaman dimdik duran adamın omuzlarının çökmüş, biraz da zayıfladığını fark ettim. Bakışlarımı hissetmiş olacak ki yüzünü dönüp gözlerini gözlerime dikti. Sakalları uzamış, saçlarının bir kısmı dalgalı halde yüzüne dökülmüştü. Doğru tahmin etmiştim, zayıflamıştı. Yüzü incelmiş, solmuştu. Solan sadece bedeni değil aynı zamanda ruhuydu. Bakışları bana baktıkça eskisi gibi alev alsa da bir gün sönmeye yüz tutacağından emindim. Sadece kendime değil, ona da zarar veriyordum. Yutkunup gözlerimi kaçırdım.
"Kaçırma gözlerini benden." Pencerenin önünde, benden uzakta olsa bile söylediği sözleri duydum. Sessiz, çıt çıkmayan kütüphanedeki herkesin nefesini tutmuş bizim konuşmalarımızı dinlediklerinden emindim. "Ben gözlerimi kaçırmıyorum sadece kitabımı okumaya devam edecektim." Önümde kapalı halde duran kitabı parmaklarımla sımsıkı tuttum. Bir kaşını kaldırıp baktığınde derin bir nefes verip sırtımı sandalyeye yasladım. Evet, gözlerimi kaçırıyordum. Sadece kendime değil, ona da zarar verdiğimi fark edemeyecek kadar kördüm ama bunu kabul etmeye niyetim yoktu. "Sıradan hayatıma geri dönmek isteyip, sıradan bir kadın gibi kütüphanede kitap okuyacak olmam kadar sıradan bir durum yok bence." Kaşlarım çatılmış, sözlerim sona doğru yükselmişti.
Onunda kaşları çatıldığında aramızdaki mesafe sanki giderek açılıyordu. "Sıradan bir kadın değilsin. Tüm bu insanlar için ne olduğun da umrumda değil, benim için özel bir kadınsın. Gözlerini kaçırıyorsun çünkü bana da acı çektirdiğinin farkındasın ve vicdan azabından kaçtığın için beni görmezden geliyorsun. Yeni bir hayatın oldu, hemen alışmanı kimse beklemiyor, senden kimse bir mucize beklemiyor, buradaki herkes seni korumak için var ama sen sorumluluklarından kaçmak için senin tabirinle sıradan olmayı seçiyorsun. Sen sıradan değilsin. Biz sıradan değiliz. Sen güçlü bir kadınsın. Araştıran, merak eden, sorgulayan Aslı gitmiş, yerine bambaşka birisi gelmiş gibi ve buna kendini de inandırmayı başardın. Vicdanının sesi peşini bırakmayınca susturmaya, yok saymaya başladın. Şimdi benden gözlerini kaçırma. Vicdanını susturma. Merak ettiğin ne varsa sor, korktuğun ne varsa yüzleş, sevdiğin ne varsa yap ama yalnız başına değil. Yanında her zaman benim var olduğumu bilerek yap. Şimdi kitabını okumaya devam etmek istiyorsan devam et. Çikolata mı yemek istiyorsun? Ye. Uykusuz kalmak mı istiyorsun? Uyuma. Gerçeklerle yüzleşmen gerektiğinde, düşmanların bir gün kapıyı çaldığında da korkma."
Sinirli adımlarla çıkıp gittiğinde sözleri bir tokat gibi yüzüme çarptı. Bu sözleri söyleyen bir başkası olsaydı tartışır, bağırır çağırır ama en sonunda haklı olduğunu kabul ederdim ama Baybars'ın söylemiş olması içimi acıtmıştı. Ona karşı engel olamadığım hislerim her geçen gün büyürken sadece İsis'in kızı olmanın sorumluluğu değil, Baybars'a karşı sorumluluklarım da beni korkutmuştu. Ondan haftalardır kaçmak istemiş, içimdeki ona sarılma arzusuna karşı koymaya çalışmıştım, aramızdaki bağdan geçen hisleri bastırdığımı düşünecek kadar da aptaldım. Günlerdir benim yüzümden acı çeken adam, bana hiç bir şey sezdirmemişti. Şimdi söylediği sözlerle kanayan gönlümün yarası göz yaşlarıyla dinmezdi.
Yerimden kalkıp koşar adımlarla peşinden gittim. Uzun zamandır duymazdan geldiğim hislerine kulak verdiğimde pişmanlık ve öfkenin iç içe geçtiğini hissediyordum. Öfkesinin bana değil, sözleri söyleyip herkesin içinde beni kıran kendisine yönelik olduğunu bilecek kadar da onu tanıyordum. Titreyen bacaklarımla merdivenlerden yukarıya çıkıp odamıza ilerledim. Burada olduğunu biliyordum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde başını kaldırıp bakmadı bile. Gözleri yanan şöminenin alevlerindeydi. Yanına gidip önünde durdum. Bir kolunu kaldırdı ama hala bana bakmıyordu. Yaklaşıp sarıldım, sımsıkı sarılıp beni göğsüne yasladı. Diğer eli saçlarımı okşamaya başladığında gözümden akan yaşlara engel olamadım. Başıma konan öpücük vicdanımın ince ince sızlamasına neden oluyordu. Dudaklarımdan kaçan hıçkırıkları dindirmek isteyen kollar, beni sımsıkı sarıp yüreğine hapsetmek ister gibiydi. Konuşmadı, göz yaşlarımın üzerindeki gömleği ıslatmasına ses çıkarmadı. Başım göğsünde, gözlerim kapalı, ciğerlerime dolan kokusu içimde bahar yellerini estiriyordu. Derin bir nefes alıp kollarımı sımsıkı sardım. İçimde kopan fırtınadan sığınacağım liman gibiydi. Akan göz yaşlarımı silmek için ellerimi çözdüğümde beni bırakmak istemedi. Burnumu sesli bir şekilde içime çektiğimde durumu anlamış olacak ki başını geri çekip yüzüme baktı.
"Masanın üzerinde mendil var Aslı." Kollarını çözüp omuzlarımdan tutarak beni masaya doğru ilerletti. Mendil paketinden bir tane alıp burnumu kendisi sildiğinde omuzlarım iyice çöktü. "Bana vicdan azabı çektirmeye kararlısın değil mi?" Söylediklerimi duymazdan gelip göz yaşlarımı da sildi. "Korku zayıflık değildir Aslı, yüzleşmeyi bildiğin sürece. Cesaretini kırma, kıytırık bir efsanenin seni yenmesine izin verme. Bas tekmeyi, zaman gemisinin kaptanı sen ol."
Kıytırık? "Tüm bu yaşananlara kıytırık bir efsane mi diyorsun? Tam güçleneceğim, haklısın diyorum sonrasında gizemli gizemli konuşuyorsun ya arkama bakmadan kaçmak istiyorum Baybars." Bir de zamanı yönetmeyi başıma çıkarmayın canım!
Kahkaha atıp sarıldı. "Hadi kabanını giy dışarı çıkalım. Aylardır bu eve hapsolmak bana da yetti. Gidip hava alalım, doğru düzgün yemek yiyelim."
"Tehlikeli değil mi?" Bu kadar düşman kelimesinden sonra başbaşa çıkacak olmamızdan emin değildim.
"Ben varken mi?" Bir gözünü kırpıp dolaptan kabanımı aldı. Giydirip saçlarımı eline doladığında başımı geriye doğru çekti. Dudaklarıma konan öpücükle dizlerimin bağı çözülmek üzereydi. Başbaşa yemek yeme fikri şimdi çok cazip geliyordu.
Başını geriye çektiğinde gözlerinin kehribar rengi olduğunu gördüm. Arzunun kıvılcımları bedenime sıçramak üzereydi. "Belki evde de başbaşa bir şeyler yapabiliriz?" Ellerimi kaldırıp kollarımı yetişebildiğim kadar boynuna doladım. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp derin bir nefes çekti ciğerlerine. Hazla kapanan gözlerini görmek içimi kıpır kıpır yapmaya yetti. Ondan haftalardır kaçmam aptallıktan başka bir şey değildi. Belime konan el belimi sıkıp beni kendisinden uzaklaştırdı. "Kemik yığınına döndün. İyice beslenmeden evde başbaşa kalmak yok."
Ne? Şaka mı bu? "Arabanın anahtarı nerede? Hadi, hala montunu giymedin mi sen?" Benim sorularıma kahkaha atarak dolaptan montunu aldı. Fermuarı çekip başına şapkasını geçirdikten sonra benim de başıma krem rengi şapkamı ve eldivenlerimi ellerime geçirdi. "Şimdi hazırım, çıkalım." Elimi tutup dışarı çıktığımızda yanından geçtiğimiz herkesin gözlerinin üzerimizde olduğunun farkındaydık. Arabaya binip büyük demir kapıdan orman yoluna girdiğimizde peşimizden bir tane daha araba geldiğini görebiliyordum. Elbette bizi başbaşa bırakacaklarına inanmamıştım. Elimi uzatıp Baybars'ın elini tuttum. Dudaklarında gülümseme yer etse de gözlerini yoldan ayırmadı. Elimi dudaklarına götürüp öptü. İçime yayılan sıcaklık arabanın klimasından gelmiyordu, onun yüreğinden geliyordu. Ani, zoraki bir bağın bana verdiği bir sevgiydi. Kaçtığım sorumlulukları zamanla kabul edecek, Baybars'ın beni kabul ettiği gibi ben de onu gönlüme kabul edecektim.🌑🌑🌑
Bölüm hakkında düşünceleriniz nedir?
Öğretmenliği bıraktıktan daha doğrusu yakın bir okul bulamadığım için uzun zamandır iş arıyordum. Bir Alman tekstil fabrikasında iş buldum. Dikiş dikiyorum, çizim yapıyorum, kalıp çıkartıyorum vs. Stres dolu bir hayat, vardiyalı çalışma sistemi derken maalesef yazmaya vakit bulamamıştım. Şimdi hayatım bir nebze olsun düzene girdi daha doğrusu ben o düzene alışmak zorunda kaldım. Bundan sonra da umarım buradan kopmam. Sizi seviyorum 💙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
REST +18
Romance+18 cinsellik ve şiddet içermektedir Karlı bir gecede başladı herşey. Önce yıldızların yüzünü öptüğü kadın çıktı sahneye, sonra o yıldızlardan kadının saçlarına taç yapan adam. Beraber armağan ettiler içlerinde alev alev yanan sıcaklığı karlı buz g...