Bölüm 21

52 10 13
                                    

Diluc Ragnvindr kendini bu felaket girdabı içinde savrulurken bulmadan önce mutlu biriydi. Bir adım atmadan önce iki kere düşünen, kafası sürekli mevcut sorunları çözmeye odaklı zeki mi zeki, inci gibi bir genç adamdı. Babasının sözünden asla çıkmazdı. Annesinin göz bebeğiydi. Kimseye muhtaç kalmaz, işini daima kendi halleder, başaramadığı çok az şey olurdu ve kimse başarısızlıklarının ardından zerre gözyaşı döktüğünü görmezdi. Diluc bu güçlü duruşuyla babasının bir kopyası gibiydi. Bu yüzden sadece krallık ahali değil, topraklarında yaşayan herkes Diluc'un, Ragnvindr Krallığı'nın yeni yüzü olacak olmasından büyük bir mutluluk duyardı.

O zamanlar "Teyvat" adıyla bilinen parlak renkli gezegen taneciği, üç farklı krallık tarafından yönetiliyordu. Batıda bağlar ve bahçelerle çevrili sonsuz yeşilliklerin içinde Ragnvindr Krallığı, kuzeyde dağların bir zırh gibi çevrelediği, sert rüzgarların yuvası Gunnhildr Krallığı ve güneyin denizlerini eşsiz adalarıyla süsleyen, sıcak denizlerin kucağında Alberich Krallığı.

Bu üç krallık yüzyıllar boyu derin bir kardeşlik yeminiyle halklarını yönetmiş, birbirlerini kalkındırıp imrenilecek bir düzen içinde yaşamlarını sürdürmüştü.

Sonra ansızın bir gün, bu düzen kimliği belirsiz kişiler tarafından bozuldu.

Ve ne yazık ki krallığın yeni yüzü olmak krallığı kurtarmaya yetmedi.

*****

Büyük felaket yaşanmadan birkaç gün önce Diluc, Kaeya ile şiddetli bir kavgaya tutuşmuştu. Crepus Ragnvindr'in tahtını oğluna bırakmasını resmi bir törenle ilan etmesine tamı tamına bir hafta vardı fakat halk taç giyme töreninden çok genç prens Diluc'un sevgilisinin şatoda yaptığı yaramazlıkları konuşuyordu. Bunu yapan halktan bir isim olmuş olsaydı belki bir iki gün dedikodusu yapılır sonrasında ise unutulurdu fakat şatodaki bütün "çiçekleri koklayıp" (dijital gazetelerde bu manşetle boy gösteriyordu) sonrasında genç prens Ragnvindr'in yanında gülümseyerek poz veren kişinin komşu krallığın prensi Kaeya Alberich olması, dedikoduların ardı arkasının kesilmemesine sebep oluyordu. Halk bu durumu oldukça uygunsuz buluyor yine de dedikoduya doymayan ağızları bozuk plak gibi aynı hikayeyi defalarca ve dafalarca anlatmaktan geri kalmıyordu.

"Görüyorsun ya, sayende kimse taç giyme törenini konuşmuyor. Kraliyet ailesi koca bir magazin kuşağına döndü!" dedi Diluc odasının penceresinden dışarıda devriye gezen korumasını izlerken. Kaeya ise yatağa uzanmış elinde elektronik, şeffaf bir ekranla oynuyor, bastığı holografik tuşlarla haberleri ekrana yansıtmaya çalışıyordu.

"Ne var canım, gergin görünüyordun ben de biraz ortamı dağıtayım dedim işte." dedi alayla. Tartışmaya hiç de faydası olmayan, daha çok Diluc'un damarına basan bir karşılıktı bu.

"Dağıtayım istedin, öyle mi? Dağıtayım istedin. Ne güzel. Ve bunu Huffman'la yapmaya karar verdin! Ne kadar parlak bir fikir! Ne kadar ince bir düşünce bu!"

Diluc pencereden dışarıya bakan öfke dolu bakışlarını yatağında yatan genç adama çevirdi. Kaeya dudaklarını sarkıtıp homurdandı.

"Hemen de kızıveriyorsun. Alkollüyken beni yalnız bırakmaman gerektiğini sana kaç kere söyledim. Seni uyarmama rağmen beni başıboş bıraktıysan suç bende mi?"

"Bu kadar iradesiz misin gerçekten!? Nasıl hala böyle bir şey için beni suçlayabiliyorsun?!" Diluc öfkesini bastırmak için derin bir soluk aldı ve burnunu havaya kaldırıp ekledi. "Ben de beni gerçekten sevdiğini sanıyordum."

Kaeya bezginlikle iç geçirip gazeteyi bir kenara fırlattı ve adama baktı. 

"Bunun konumuzla ne alakası var şimdi?"

Balık İstifiWhere stories live. Discover now