Bölüm 1 - 02 / ANLAM YÜKLEMEK'i az çok hatırlıyorsunuzdur. Hikayeyi okumaya, gelecekten bir kesitle başlamıştık. İşte şimdi oradayız. Zaten anlatılanların bir kısmı tanıdık gelecektir. 😉 Kafamdan hikayeyi şekillendirmeye o bölümle başladım. Scarlett'ı ilk böyle hayal ettim kafamda. Bir camda oturmuş, dışarıyı seyreden bir kadın vardı zihnimde. Hava yağmurlu ve kasvetliydi ve kaybettiklerini düşünüyordu; kutsal intikam planlarına girişip ortalığı birbirine katmadan önce...
Camın kenarına oturup ne kadar zamandır pencereyi kaplayan demir parmaklıkların ardından görünen geceye gözlerimi dikip baktığımla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Günler, saatler, dakikalar, hatta saniyeler sürmüş bile olabilirdi...
Ne önemi vardı ki?
Artık ne fark ederdi?
O kadar çok şey kaybetmiştim ki bazen hala yaşadığımdan ve bunun bir cehennem olmadığından emin olmak için gözlerimi kapatıp, kalp atışlarımı duymaya, onları hissetmeye çalışıyordum. Ve kendimce bu şekilde hala yaşadığımdan emin oluyordum. Tüm bu olan bitenlerden sonra yaşayabiliyorsam umut hala vardı belki?
Ahhh... Kesinlikle vardı ve artık çok çok az kalmıştı...
Kliniğin taştan zemininin soğukluğu çıplak ayaklarımı uyuşturmuş, hala sanki dün boyanmış gibi kokusunu bile alabildiğim; yakın zamanda gri-mavi bir renk ile yeniden elden geçirilmiş duvarlar ise içimi daha çok kapatmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kim gri rengin rahatlatıcı bir unsuru olduğunu düşünüp, bir de onunla mavinin huzurunu yakalamaya çalıştıysa boktan bir iş çıkarmıştı. Ya da ben bir şeylerden hoşnut olmayı çoktan unutmuştum.
Burası benim ilk kişisel cehennemim değildi. İlki olan; Crewmoor'dan kaçtıktan sonra buraya, yani Dóchas dedikleri yeni bir rehabilitaston merkezine kapatılmıştım. Ancak ilki göz önüne alındığında, daha çok bir spa merkezine benzediğini de kabul etmek zorundaydım. Crewmoor'da hayat buraya kıyasla çok daha zordu ve dayanmak için insandan çok daha başka bir şey olmak gerekiyordu.
Toplamda tam üç aydır herkes beni deli olduğuma inandırmaya çalışıyordu. Kabullenmem gerektiğini söyleyip, inkâr ediyorsun diyorlardı. Tüm bu süre boyunca anlamıştım ki, inkâr fazlasıyla küçümseniyordu. Aslında tutunmak için oldukça etkili bir yöntemdi ve sadece yanlışsa gerçekten inkâr sayılıyordu.
İnsanlar benden korkup, şüphe edince ister istemez ben de ara sıra kendimden şüphe ettiğim o sınıra zaman zaman geliyordum. Ancak hızla toparlanıyor ve yine o inkâra sığınıyordum.
Yine de etrafıma öylesine bir bakış atınca gerçekten kaçmalıydım ve buraya gönderilmek zorunda kalmamalıydım diye düşünmemek elimde değildi. Gerekirse o silahları ateşlemelerini sağlamalı ve bir kez daha kendimden başka hiç ama hiç kimseye güvenmemeliydim.
Neredeyse bütün günümü ortak alanın; dışarısı ile tek bağlantısı olan bu demir parmaklıklı geniş penceresinin kenarında oturarak geçiriyordum.
Aslında merkezin arkasında bulunan açık alan her delinin bile rüyalarını süsleyebilecek kadar güzel bir bahçeye sahipti. Özenle şekillendirilmiş çalılar, rengârenk çiçekler ve elbette beyaz güller ve bir de evren benimle dalga geçer gibi bembeyaz laleler vardı.
Bahçenin hemen ortasına bir süs havuzu bile koymuşlardı. Ancak buraya getirildiğim bir kaç hafta içinde oraya bir kere bile adımımı atmamıştım.
Zihnimde kaybolmasını istediğim onlarca anıyı dürtükleyip durmanın ne anlamı vardı? Orası benim için cehenneme giriş kapısıydı. Güzel günlerin, artık sadece fiziksel acı veren hatıralarının hatırlatıcısıydı. Yalnızca bahçeye açılan kapının gerisinde durup, saatlerce dışarıdaki gezinen hastaları izlemekle yetinir ve tüm o beyaz güller, laleler ve rengârenk kır çiçekleriyle dolu çiçeklerin; acımasız olabilecek bir dünyada açabilecek kadar cesur olduklarını düşünmekle yetinirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İntikam Kırmızısı
RomanceGeçmiş peşinizi bırakmazken, gelecekten ne bekleyebilirdiniz ki? Hiç bir şey! Geçmişinizle, geleceğiz arasında kalırdınız. En kötüsü de bazen peşinize düşen bu geçmişin farkında bile olmazdınız... (Yetişkin içerik)