※9※ sana ait olmayan tüm rüzgarlar (ve çaldığın akşamlar)

24 5 6
                                    

İki dağ arasına kurulmuş, şehrin dış yörüngesine açılan kapıyı o gün içinde ikinci kez geçip semtlere uğramadan çamlık tepeliğe açılan patika yola saptı. Bu kez öğle değil akşam üzeriydi ve Beri çıyan değil iri bir örümcek formundaydı. Irmaksonu yamaçlarından değil, Dördüncü Taş yakınlarında bulunan ve içi son iki senede tüm koruyucu rünlere rağmen hayli toz olmuş evinden geliyordu. Ve üstünde kendi memleketinin işli entarisi değil, iki sene evvel naçiz avına çıkarken giydiği ve evin dolabında unuttuğu bol cepli kıyafeti vardı.

Sık olmayan bir çam korusuna girdi. Ama ormana kaba bir giriş yapmış olacaktı muhtemelen, biraz ötesinde meşe palamudu toplayan birkaç ceviz tenli çamur cücesini korkutup kaçırdı, kaçan cücelere de sırtını yaşlı bir çama yaslamış dağ devi kahkahalarla güldü. İpe dizdiği kurumuş kabaklardan teki elinden kaçtı.

Kayaların birbirine sürtüşü gibi gıcırtılı bir sesle konuştu erkek dağ devi: “İlahi, kızım, zavallıların ödlerini patlattın.”

Eliz bu hemen hemen beş metre boyunda, gri ve çatlak tenli, kel ve yeşil mücevherden gözleri olan deve başıyla selam verdi. “Güzün bereketi üstünüzde olsun.”

Dağ devi selam verip yere düşen su kabağına uzandı ve gözlerini kısıp -yakını iyi seçemiyordu galiba- işine kaldığı yerden devam etti. “Senin de, ufaklık, senin de.” Sonra Eliz’e kaçamak bir bakış attı. “Hayırdır, Sekizköklü umurların bayram arefesi seni açmadı mı? Benden duymuş olma ama vadinin girişinde iyeler ziyafet veriyorlamış. Birkaç tane dev ailesi ve göçebe soyrat kavme mi ne rast gelmişler. Orman iyesi uykuya yatmadan kutlama yapalım demişler. Aman, ne de çok seviyorlar şöyle yemeli içmeli ziyafetleri şu iyeler!”

“Öyle miymiş? Onlara katılmak ilginç olurdu aslında.” dedi Eliz sanki ilgileniyormuş gibi. “Bir arkadaşıma söz vermiştim gerçi. Burada buluşup bir yerlere gidecektik.” Birkaç adım atıp sakin sakin kabaklarını ipe dizen deve yaklaştı kız. “Arkadaşımı görmüş olabilir misiniz?”

“Tarif et, kızım. Bin tane adam geçti buradan sabahtan beri. Hangi birini sayayım sana?”

“Kanatları olmayan bir iblissoylu. Kızıl saçlı. Peşinde muhtemelen bir vaşak geziyordu.”

“Haa, şu ateş saçlı oğlan. Pek iblissoyluya benzemiyordu gerçi ama…” Kabağın sivri ucuyla ormanın daha tepelik kısmında kalan kayranı işaret etti. “Ha bak şuraya gittiydi. Soldan patikayı takip et. Yokuşu daha azdır oranın.”

Eliz bir tepedeki çayıra bir de deve baktı. Aceleyle yeniden selam verdi. “Teşekkür ederim.”

Kız hızla patikaya sapıp yokuşu tırmanırken arkasından bir gıcırtı yükseldi: “Selametle! Selametle!”

Sararmış otların, ılık yağmur sonrası gölgeliklerde bitmiş renk renk mantarların ve kış öncesi son çiçeklerini veren kır güllerinin süslediği yoldan çayıra çıktı Eliz. Hafif meyilli bir plato, göçebe kuzeyli kavimlerin yazın hayvanlarını otlatlamaya getirdiği bir çimenlikti burası. Kayası az, ışığı boldu. Bir rüzgarkesenin ne uçmak ne de konmak için tercih edeceği bir yer değildi gerçi çünkü rüzgarkesenler kanat uçlarındaki tırpanlarla tepelere tutunarak bir yerlere konarlardı. 

Ama uçan yaratık bir göksüzü ise… Evet, ovalar hayli kullanışlı alanlardı.

Uzaktan bakınca üç metre boyunda dev bir kartala benziyordu göksüzüler. Ne karı ne doluyu ne de yağmuru geçiren keçe gibi dayanıklı ama son derece esnek upuzun kuş tüyleriyle bezeli yaratıklardı. Sivri kafaları daha da sivri ve testere kadar keskin, kıvrımlı uçlu bir gaga ile sonlanırdı. 

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin