※15※ bazı tuhaf... tanışıklıklar

14 4 0
                                    

Taparlu'yu dört yıl önce korkunç bir iç savaş sarsmış ve Eliz de fakültesinin bulunduğu o ufacık liman şehrinde neredeyse bir buçuk yıl mahsur kalmıştı. Sorun kızın ailesinden ve evinden uzakta kalması ya da yaşının ufaklığı değildi. Sorun, iç savaşı destekleyen Gökçelili yelkanlıların devşirme suikastçı büyücüleri ve o büyücülerin yüksek pay sahibi kişiler adına düzenledikleri cadı avıydı.

Eliz Gökçeli'nin gayri meşru varisi ve payı alışılmışın dışında fazla bir büyücüydü. Devşirmeler için harika bir hedef, kuzeydeki ada ülkesi için mükemmel bir siyaset aracıydı.

Bu yüzden saklandı. Hayatta kalmak için olmadığı biri gibi göründü, gölgelerden yürüdü. Kız bir buçuk sene boyunca payını öyle susturmuş öyle gizlemişti ki en sonunda hayatını kurtarmak için bariz bir hata yapana değin kızın var olduğunu kimsecikler anlamamıştı. Çünkü eve dönmek için bir yük gemisine gizlice girmeyi planlamıştı.

Az kalsın başarıyordu bunu.

Ama Eliz pek şanssızdı. O yağmurlu ve insanın içine işleyecek kadar soğuk mart gecesinde de kader kıza ve yaptığı planların hepsine kahkahalarla gülmüştü.

Olmaması gereken yerde bulunan ve rastgele devriye gezen yelkanlıların tuzağına düşmüş ve ikisini oracıkta öldürmek zorunda kalmıştı. Üçüncüsü de neredeyse kızı öldürüyordu. Neredeyse.

Bu kez kızı bulan üstüne boşalan yağmur gibi deli ve kızılcık dalı kadar incecik bir oğlan olmuştu. Bir fırtına gibi gelmiş, zelzele gibi yıkmış ve bir hırsız gibi hızla kızı oradan kaçırmıştı. Aslında kızıl oğlanın da tıpkı kurtardığı sarışın kız gibi o akşam orada olmaması gerekiyordu. Çünkü sakattı. Çünkü zayıftı. Çünkü hastaydı.

Ama inadı gözünü karartmıştı. O sıralar pek çelimsiz, pek kırılgandı belki. Fark etmezdi. Büyüsü vardı kanında ve kemiklerinde. Yeterdi bu. Artardı hatta. Hem... Tundradayken onu kurtaran bu kız olmuştu. Öyleyse borcunu ödemek zorundaydı.

Yol boyunca pek çok badire atlattılar. Ölümün kıyısına geldiler. Bir yelkanlı karakolunu patlatıp ırmakları yaktılar. Tuhaf ve eşi benzeri bulunamaz bir kemik andacı buldular. Orman iyesini uykusundan uyandırıp hikayeler dinlediler. Dağları ve tepeleri yürüyerek geçtiler. Tam yolculuklarının bittiğini düşündükleri anda sel altında kaldılar ve karakollarını yıktıkları yelkanlılar onları kıskıvrak yakaladı. Kızın kaçabilmesi için kendini öne atan inatçı oğlanın sakat kolunu bir kez daha acımasızca kırdılar ve sel suyunun içinde oğlanı boğmaya kalktılar.

Kız ilk defa o zaman öfkesini kontrol edemedi. İlk defa o zaman gücünü, içindeki çığlık atan payını, durduramadı. Tunduradan kendi elleri ile kurtardığı oğlanı bu kez vadiye dolan seli dondurarak kurtardı.

Yine de yakalanmaktan kaçamadılar.

Buna rağmen, birbirlerini çok az tanımalarına karşın, güvendiler birbirlerine. Yan yana duran iki hücreye kapatıldıklarında ve umudun her geçen anda giderek azaldığı vakitte, yaralarına ve bedenlerini esir almaya başlamış hastalıklara direndiler. Oğlanın muğlak hatıralarından miras kalan, kar ve külün düzen ve kaos ile harmanlandığı bir büyü yaptılar birlikte. Kız başta epey direndi, hatta büyüyü yapmamak için ısrar etti. Geçmişi, ölü hayatları anımsamaya çalışmak çılgınlıktı çünkü. Sonunda bedeni kırardı.

Ama kızın kaybedecek çok şeyi vardı hayatında: Ekvatora rastgele saçılıp onu ve annesini bağrına basmış memleketi, canından çok sevdiği ailesi. İnsan gerçekten de ailesi için yapmam dediği pek çok şeyi gözünü kırpmadan gerçekleştirirdi. Kız da deliliğe böyle uydu. Ellerini birleştirdiler. Sonra da büyüyü yaptılar. Avuçlarında iki şekildeğiştiren hayat buldu.

İşte o kar ve külden doğan şekildeğiştirenler ile eve döndüler. Öte ve Beri ile.

Geri döndüklerinde kız feci şekilde zatürre olmuş, oğlanınsa sakat kolu onarılamayacak kadar parçalanmıştı.

Eliz, Erez'in sırtındaki yarasını kendi gözleriyle asla görmedi. Ama o yaranın korkunçluğunu anlamak için yarılmış cildi, kopmuş kasları ve un ufak olmuş kemikleri görmesine ihtiyacı yoktu: Oğlanın sağ omuzu diğerine göre belirgin şekilde düşük, sağ eli neredeyse tümüyle hareketsizdi. Ama iyileşeceğini umdu kız. Tunduradan sağ çıktıysa elbet bunu da atlatırdı ne de olsa.

Ancak eve döndükten sonraki altı ay içinde Erez'in kemikleri kaynamamış ve kasları iyileşmemişti. Eli titriyordu sürekli oğlanın. Değil kalem tutmak dolu bardağı yüzüne yaklaştıramıyor, kolunu göğüs hizasından daha yukarı kaldıramıyordu bile. Eliz ona her baktığında, oğlanın bir şeye uzanmaya kalkıp yarı yolda vazgeçtiği gördüğü her anda tarifi olmayan, korkunç bir vicdan azabı duyuyordu.

Kızın yüzündendi çünkü. Eğer kız daha becerikli, daha güçlü olsaydı... Belki de yelkanlıların oğlanın kolunu kırmalarını engelleyebilirdi.

Geçmişe müdahale edemezdi ama belki de oğlana yardım edebilirdi.

Kızın babası esasen tıpkı kızı gibi bir mühendisti ancak bu mühendislik, yaşlı yelkanlı adamın kendi zanaatını geliştirmek için sonradan öğrendiği bir alandı. Arbuz'un her bir adasında ismi bilinen ve hayli saygı duyulan, barış koruyucusu Kenaz, aslında bir savaşçı hekimdi. Zamanında adadan adaya uçup hava saldırılarına katılmış ve yere düşen kandaşlarına şifa olmuştu. Zaman geçmişti tabii, eski savaşlar kalmamıştı. Kenaz da kırık ve parçalanmış uzuvlar, kaynamayan kemikler, onarılamayan sinirler hakkındaki bilgisini mühendisliğin metotlarıyla birleştirmişti.

Kızın ablası Alyaz'ın metal kolunu Kenaz yapmıştı örneğin.

Eliz babasına rica etti. Eski savaşçı ise kızını kırmadı ve binlerce fersahlık yolu kat edip Sekizkök'e, omuzu feci şekilde yaralanmış ve iyileşmeyi reddeden oğlanı görmeye geldi. Sekizkök'ün anne ve babası olan Nadir ile Zenith de bildikleri en iyi hekimleri ve şifacı büyücüleri çağırdılar. Ufak ve pek renkli konseyde oğlanı uzun uzun muayene ettiler, bazen sesi inatla yükselen ve bazen de düşünceli bir sükunete bürünen günler boyu tartıştılar.

Haberler kötüydü: Oğlanın sağ kürek kemiği onarılamayacak kadar parçalanmış, kasları tutunacak kemik bulamadığı için hayli zayıflamış ve sinirleri durmadan kopup durduğu için iyileşemeyecek kadar yorulmuştu. Müdahale zordu, neşterin açısındaki ufak bir hata ciğerlerini delebilir ya da hayati damarlardan birini kesebilirdi. Nadir'in isteği üzerine oraya gelmiş birkaç hekim ellerini oğlanın yarasına sürmeye cesaret edemedi.

Neyse ki Kenaz en az kızı kadar kararlıydı. Oğlanın karşısına geçti ve tüm dürüstlüğü ile durumun vahametini anlattı. "Sana iki seçenek sunuyorum, oğlum." dedi. "Omuzun dahil kolunu kesebilir ve yerine tıpkı kızımınki gibi metal bir kol yapabilirim. İyileşmen hızlı olacaktır ancak metal asla kendi etinin yerini tutmayacak."

Erez bunu duyduğu anda reddetti.

Ama Kenaz bunu bekliyordu zaten. "Ya da sadece iyileşmek istemeyen kemiklerini yerinden çıkartıp yerine kemiğinin metal kopyasını koyabilirim." Bu teklif cazipti tabii ki, kim tüm kolunu ve parmaklarını kaybetmek isterdi ki? Erez, savaşçı hekime tamam diyemeden Kenaz oğlanı susturuverdi. "Kolay değil bu, oğlum. Düzgün metali bulmam, kemiğini taklit edecek şekilde yontmam ve etinin metali reddetmemesi için defalarca kez efsunlamam gerekli. Adamakıllı iyileşmen belki de yıllarını alacak. İki kolunu da eş kuvvete getirebilmek için çok çalışman gerekecek."

Önemi yoktu bunun. Oğlan kolunu kurtarmak istedi. Böylece savaşçı hekim de bir mevsim sürecek o yorucu ve son derece yıpratıcı tedaviye başladı. Metal Arbuz'un volkanik adalarından çıkarıldı. Kenaz metali, İkinci Taş'ın kalbinde eritip şekillendirdi. Efsunları ise Nadir iğne oyası işler gibi işledi o tuhaf kara demire. Oğlanın sırtını tam yedi defa açtılar. Bazen mahvolmuş damarlar öyle kanadı ki, savaşçı hekim metal ile kemiğin yerini değiştiremeden ya da iki kası dikemeden alelacele ameliyatı bitirmek zorunda kaldı. Bazen metale işli efsunlar görevini yeterince iyi yerine getiremedi, oğlanın kanını zehirledi. Bazen dikişler tutmadı ve uç uca gelmiş kaslar kopuverdi.

Ama oğlan inatçıydı. İyi ki öyleydi. Çıldırtıcı yavaşlıkta geçen uzun bir mevsimin sonunda, serin bir güz akşamında nihayet ilk kez içi su dolu bir bardağı sağ eli ile kavrayıp dudaklarına götürebildi.

Ve inatçılık konusunda kötü bir yarışa girebilecek bu iki ortak nihayet birlikte çalışmaya başladılar.




KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin