yirmi dört,

3.6K 321 44
                                    



Günlerden bir gün, çok değer verdiğim kitaplardan birinde bir söz okumuştum, diyordu ki; 'Bazı ruhlar hapsoldukları bedenlerden hoşlanmazlar, bu yüzden onlara acı çektirirler. Bir an önce özgürlüklerine kavuşabilmek için, kendilerini sergileyen vücutların bu dünyadan silinip gitmelerini isterler. Çünkü o ruhlar, başlı başına cesaret ve özgürlükten oluşan, yaşayabilmek için etten bir vücuda gerek duymayan ender ruhlardır.'

İlk okuduğumda bir süre bu cümlelere takılıp kaldığımı hatırlıyordum. Sanki o uçsuz bucaksız evren ve içinde hayat süren milyonlarca insan silinmiş, geriye ben ve harflerin ardı ardına sıralanıp bir araya getirdiği bu kusursuz cümleler kalmıştı. Kimseyi görüp duyamadım o an. Tüm duyularım verildiği gibi aniden geri alınmış ve ben boşlukta kalakalmıştım. Ama bu boşluk bilinenin aksine öyle yoğundu ki kalbimin üzerinde bile ağırlığını hissetmiştim.

Bu hissin tadını aldığımda bir daha bırakmak istememiş, kendimi o boşluğa bile isteye hapsetmiştim.

İşte ilk intiharımı o gün gerçekleştirmiştim.

Herkesten, her şeyden uzaklaşıp kendi dünyamda, yalnızca benim olduğum bir evren yaratmıştım. Çok yalnız hissettiğim anlarda, kapısını yalnızca hayal dünyama ve boya kalemlerime aralıyordu.

O hayal dünyamın, tüm vücudumdan akarak usulca somutlaştığı boya kalemlerimin ucunda, çok insanı öldürüp çok insanı da yaşatmıştım. Bir zaman sonra bu oyuna öyle sıkı sarılmıştım ki gerçek ve hayal birbirine karışmıştı. İyi geldiğini düşündüğüm bu boşluk hissinin, aslında bana zarar vermeye başladığını o an anlamıştım.

İkinci intiharım, tam olarak bunu idrak edebildiğim o noktada gerçekleşmişti.

Kendi yarattığım evrenden sıyrılmayı deneyerek, deli gibi korktuğum o insanları hayatıma almaya çalışmıştım. Bir günümü onlar ne yapıyorlarsa öyle yapıyor, tamamıyla gerçek dünyaya ayak uydurmaya çalışıyordum. Bu bir başkası için sıradan fakat benim için korkunç denebilecek boyutta bir durumdu.

Yaşamak korkunçtu çünkü insanlar vardı. Her yerde, her anımızda onlarla beraberdik. Böyle düşünmekte haklıydım çünkü korktuğum başıma gelmişti. İnsanlar bana zarar vermekten başka hiçbir şey yapmıyorlardı.

Kendime başkaldırmamın sonucunu güvenimi feda ederek ödemiştim. Vücudumda, ruhumda, zihnimde güven kelimesine dair en ufak bir kırıntı bile bırakmamışlar, tüm bu hissi, her zerremden söküp almışlardı. Artık güven kelimesi bana yokluktan başka hiçbir şey çağrıştırmıyordu.

Tam bu zamanda, üçüncü ve son intiharıma yavaş adımlarla ilerlemeye başlamıştım.

Eski hayatıma geri dönmüş, kendi yarattığım evrene tekrar hapsolmak için uğraşıp durmuştum. Onu yeterince benimsemediğimi düşünmüş olacak ki bana küsmüş, bir daha oraya almamıştı beni. Kendim yaratıp kendim oynadığım o evren de ellerimin arasından kayıp gitmiş, bu koskoca dünyada işte tam o zaman yapayalnız kaldığımı hissetmiştim.

Güven duygusunu unutan bünyem, yeni bir hisle yanıp tutuşmaya başladığında afallamıştım. Bu yaşadığım ama sanki yaşamayı unuttuğum bir histi. Yeni değildi ama yeniydi de. Bilinmezliğin ve allak bullak tanımının tam ortasında tutuştuğum o his, özlemden başka bir şey değildi.

Özlem duydum bir şeylere. Bir şeylerdi çünkü neye özlem duyduğumu bilmiyordum. Özlüyordum, deli gibi. Belki geride unuttuğum, belki yaşayıp bitirdiğim bir şeylere karşı, iliklerimden dolup taşan büyük bir özlem duygusu sarmıştı etrafımı.

Bir şeyler anlatmak istiyor ama çevremde birilerini bulamıyordum. Kendi evrenimi, kendi ellerimle yok etmiştim. Bu bir çiçeğe, kediye, köpeğe anlatıp rahatlama olayını geçmiş, artık karşımda gerçekten birilerinin beni yargılamadan, küçümsemeden dinlemesini istediğim bir kıvama gelmişti. Deli gibi korkup kendimi uzak tuttuğum o insanlara şimdi ölürcesine ihtiyaç duymuştum.

gözyaşlarımı kurtar,Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin