section 3

119 13 2
                                    

geçen öğle yemeğinde birbirleri hakkında neredeyse her şeyi konuşmuşlar denebilirdi, bundan sebep aralarındaki o mesafeyi biraz kenara bırakmışlardı ancak orada hala tutuyorlardı. jaehyun bu durumdan çok memnundu çünkü oldukça örnek aldığı ulaşılmaz görünen bir doktorun bu şekilde ona iş arkadaşı gibi davranacağını tahmin bile etmezdi. çünkü ne zaman birilerine onun yanında çalıştığını söylese şanssız olduğunu ya da zor olacağını söylerlerdi. dediklerinin aksine onunla güzel anlaşıyordu, ya da arkadaşı doyoung'un dediği gibi onu gerçekten takdir ettiği için böyleydi.

"nereye, jeong?"

jaehyun tüm gün onun hakkında bu şekilde kendini düşünürken buluyor, ona biri seslendiğinde ya da kendi bunu fark ettiğinde hızlıca toparlamaya çalışıyordu. "efendim?" diye sordu güçsüzce yanında yürüyen ve meraklı gözlerle onu izleyen arkadaşına bakarak. doyoung onun bu dalgın haline karşılık kıkırdamıştı tüm şirinliğiyle. "tatlım, diyorum ki, nereye?" elinde tuttuğu kahveleri gözleriyle işaret etmişti, merakını bu şekilde ele verdi.

"ah, tabi..." jaehyun onun gözlerini takip edip ellerindeki kahveyi göstererek sorduğunda utançla gülümsemesine engel olamamıştı. "doktor suh'un odasına gidiyordum. bugün nöbete kalacağını söylemişti." yanaklarının içini ısırarak yüzünü toparlamaya çalıştı ve arkadaşına baktı.

doyoung onun bu tavrına karşılık kolunu tutarak onu koltuklara yanaştırdı, bir süre vaktini alsa sanırım sorun olmazdı. "sanırım dediğim gibi olduğunu daha iyi anlıyorsun..." memnuniyetsiz bir şekilde bonesine baktı onun. "ama önce şunu bir çıkartalım, hm?" jaehyun'un reddetse bile elleri dolu olduğundan karşı gelemeyeceğini bildiği için beklemeden uzandı bonesinin iplerine.

"ya, doyoung..."

arkadaşı onun saçlarının alnına dökülmesini sağladığında gözlerini kırpıştırarak ona baktı, kaşlarını çatarak sinirini ifade etmeye çalışsa da alabildiği tek karşılık saçlarını düzelten doyoung'un onun tatlı görüntüsüne gülmesi olmuştu. "hiç bakma bana öyle jeong, bu güzel saçları çok bile saklıyorsun... hem zaten gideceksin odasına uğradıktan sonra, erkenden çıkardın varsay." jaehyun'un hala sessizce onu izlediğini gördüğünde başıyla ilerideki odayı işaret etti gitmesi için. "hadi jaehyun, kahveleri soğutacaksın, hadi canım."

cevabını beklemeden yanından koşarak uzaklaştığında jaehyun derin bir iç çekti. ona karşı yakışıksız görünmek, kazandığı yakınlığı kaybedecek bir şey yapmak istemiyordu. ancak doyoung bonesini alarak gittiği için yeniden bağlama şansı da yoktu. sıkkınlıkla iç çekti, onu görmeden dönmek de istemiyordu, kahveleri birlikte içmek istiyordu. bu yüzden kendine daha fazla düşünme payı bırakmadan hızlıca kapıyı çalmış ve odaya girmişti.

bu doktor suh için beklenmedik bir şey olacaktı ki, camdan dışarıyı izlemeyi bırakıp şaşkınca kapıya döndü; bir süre sessizce jaehyun'u süzdükten sonra bakışları yumuşamış, yüzünü bir gülümseme bulmuştu. jaehyun'un konuşmasını beklemeden söze girdi gülümsemesini bozmadan. "hoş geldin, jaehyun. sen çıkmayacak mıydın?"

"aslında çıkacaktım..." diye söze başladı güçsüz bir sesle; ince, kemikli parmaklarıyla çevrelediği bardaklarda doktorun gözünün gezindiğini görünce biraz utanmıştı. masaya dikkatle bıraktı onları konuşmaya devam ederken. "ancak sizi görmeden gitmek istemedim. hem, gece uzun. başlamadan önce bir kahve iyi gelir diye düşündüm."

doktor suh kollarını birbirine bağladı onu dinlerken, dudakları hafifçe iki yana kıvrılmıştı çoktan. memnun bir ses tonuyla yanıtladı gözlerini kahvelere çevirirken. "çok naziksin, jaehyun." yaklaşıp koltuklardan birine oturdu, ardından onu da davet edercesine eliyle karşısını göstermişti. "oturmaz mısın?"

öylece onu izlemeye dalıp gitmiş olduğunu tekrar konuşmasıyla fark eden jaehyun utançla gülümserken ona doğru adımladı, sessiz kalmayı tercih etmişti.

"ah, unuttum. rica etsem oturmadan dolabımdan bizim için kurabiye çıkarabilir misin, jaehyun? kutu içinde, kahvelerimizle iyi gider."

jaehyun başıyla onu onaylayıp dolaba yönelirken konuştu kendi kendine. "tabi ki, bay suh."

dolaba vardığında hatrı sayılır bir süre kurabiye kutusunu aramış, bulamamasına karşılık kaşlarını çatarak dudaklarını büzmüştü. yardım istemek konusunda biraz çekingendi, bu yüzden bir şey söyleyememişti masada onu bekleyen adama. sıkıntıyla iç çekerek dolaba bakınmaya devam etti.

bu şekilde aramaya devam ederken duyduğu sesle duraksadı. "bulamadın mı orada?" düşündüklerini anlamışçasına sevecen bir tonla sormuştu ona, bu yüzden daha rahat hissetmişti jaehyun konuşmak için. "şey, evet efendim. kusuruma bakmayın, sizi de beklettim. başka bir yerde olmadığına emin misiniz? ya da-" hala bakınırken konuşmasını yarıda kesen şey tam olarak arkasında hissettiği bedenin nefeslerinin ensesine çarpacak kadar yakınından konuşmasıydı. "birlikte baksak daha iyi olacak gibi."

afallamasını üzerinden atmak için gözlerini kırpıştıran jaehyun bir süre onun gözlerine bakmıştı başını çevirerek. gözleri bay suh'un da ona bakmasıyla buluşunca ateşe değmişçesine önüne döndü, yanaklarının yandığını hissediyordu çoktan. bu kadar yakınında bulunması jaehyun'a hiç iyi gelmemişti. "aslında... ileriye uzanamadım, göremiyorum da. belki oraya bakmak istersiniz."

demesine kalmadan jaehyun'un dediği yere uzanmıştı gülümseyerek, gülümsemesinin nedeni onun uzanamayışını tatlı bulmasıydı. "işte bulduk, jaehyun." genç adam önce elindeki kutuya, sonrasında adamın büyüleyici gözlerine baktı. bunu yapmasıyla doktor da duraksamıştı, nihayetinde ona bakan gözleri hiç bu kadar ışıltılı görmemişti.

ışıltılara kapıldı, birlikte geçirdikleri günler boyu düşündüğü o şeyleri dizginlemeye çalışma içgüdüsünü silip atmıştı bu güzel bakışları. dudaklarını ıslayarak gözlerini onun aralanmış, çilek rengi dudaklarına indirmişti doktor suh. bir elini dolabın kapağına yasladı ve dudaklarına yanaşırken izin alırcasına gözlerine bakmıştı.

jaehyun içinse dünya çoktan durmuştu, kelimelerinden daha çok doktorun boynuna sarılıp onu kendine çeken eli yanıt olmuştu öpmesi için.

diger bolum smut ve sonnn eyvah

the doctor's favorite | johnjaeDonde viven las historias. Descúbrelo ahora